#1

Hiç bir zaman çok zeki bir insan olduğumu düşünmedim. Hayatta olduğu gibi okulda da aldığı not ile yetinen, içinde hırs duygusu bir gıdım bile olmayan ve rekabet için koşan bir insan olmadım. Olamadım. 

Altıncı sınıfta matematik öğretmeni olmak istemiştim. Hoşuma gidiyordu x işaretinin değerini bulmak. Ya da bulamadığımda "zaten biliyorum bu soruları çözmeyi" deyip başka soruya atlamak.

İngilizcem de orta okulda iyiydi. Amerikan alfabesini ritim halinde istemsiz sayabiliyordum. Beşiktaş'taki evimizin önündeki demire asılıp "Mom! Money!" diyerek anneme bağırmak da Türkçe söylemeye utandığım içindi aslında.

Her yazımda olduğu gibi bu yazımda da atalarımızdan bahsedeceğim tabiki! Ağaç yaş iken eğilirmiş dostlar.

Amerika'ya tekrardan taşınmamız ve benim liseye burada başlamam ile hayallerim suya düştü diyebilirim. Herkesin hesap makinesi kullandığı matematik dersi ilk zamanlar bana çok komik geliyordu. Hala gönlümde öğretmen olmak vardı. Belki İngilizce olur diye düşünürdüm. Ama sadece düşünmekle kaldım. 

Çoğu Türk ailesinde bulunan dominant anne ile öğretmenlik hayalleri lisenin son zamanlarında son buldu. Endüstri mühendisliğine itilen üniversite öğrencisi oluverdim bir anda. Ah şu yufka yüreğim! Hep başkaları incilmesin...

Üniversite de pek ders çalıştığımı hatırlamıyorum. "Common sense" diyorlar ya, endüstri mühendisliği öyle birşey benim için. Fizik dersini iki kez aldığımı söylemeliyim ama. Doğruya doğru şimdi.

Üniversite bitti ve şuan iş hayatına atıldım. İşimi gerçekten seviyorum. Ama bazen binbir çeşit insanlarla muhattap olmak çok zor oluyor. Birde devlete çalıştığım için kimseyi işten kovamamamız, ya da "makineyi şu şekilde kullan bey amca" derken binbir takla atmamız bazen sinir bozucu olabiliyor.

Özel şirketler nasıl bilmiyorum ama sanırım ben "yeaaaa bugün çok uykum var. Okula gitmeyeceğim." demeyi özledim. İş hayatına alışmaya çalışıyorum işte. Günlerim sözde yoğun aslında yatağın içinde film izlemek ile geçiyor. Bloğa yazacak yazı çıktı işte. Film önerisi nasıl bir fikir? Çok orjinalim değil mi?

Blog konusuna da gelmişken, biliyorum uzak kaldım. Ama anlattığım gibi gelecek hakkında ne yapmam gerektiğine karar veriyorum şu sıralar.  Para biriktir biriktir nereye kadar? Bir daha bu yaşımda olmayacağım. Ama elimde sorumluluklarımda var. Öyle hissediyorum. Oğlak burcu olmak zor iş, arkadaş...

Sağlıkla Kalın. 



Ah Nerede Vah Nerede

B*k gibi geçen bir günden daha merhaba!

Eğlenmek için gittiğimiz kamp maceramızda arabamın nasıl pörtlediğini tam bir ay önce "nazar bu nazar" yazımda anlatmış, çıkardığı masraftan yakınmıştım. Ah dostlar ah! Beterin beteri vardır diye boşuna demiyorlar! Çoğu yazımda ATA'larımızın söylediği cümleleri boşuna dile getirmiyorum, değil mi?

Hemen kaseti geriye takip başımdan geçen olayı anlatıyorum. 

Annem Türkiye'ye gidecek diye arabayı ona veriyorum kaç haftadır. Sabah iş yerine o beni bırakıyor. Akşam da otobüs ile kendim dönüyorum. Bu sabahta öyle olmuştu.

Her salı olduğu gibi toplantı için hazırladığım dosyayı kontrol ediyor, son rütüşları yapıyordum. Telefonda annemin aradığını gördüğüm de, "yaaaae şu mail'i yollasam da, açsam" dedim. Sonra da aman bre deyip acıklı acıklı çalan telefona cevap verdim. 

Annemin alo dememle "Büşra, arabanın yanı gitti!" demesi aynı anda gerçekleşti diyebilirim. Sesindeki endişeyi kesinlikle anlayabiliyordum. Ama onun endişesi benim de yüksek sesle konuşmama ve kabul ediyorum ki bağarmama neden oldu.

Hemen bekle geliyorum dedim.

Çok şanslıyım ki, sekreter hanım kıza gidip "annem kaza yapmış!" deyip iş yeri arabasını istedim. Onlarda gideceğim yer yakın olduğu için verdiler. Ya iş için istemiyorsun veremeyiz deselerdi? 

Tam yola çıktım. Annem bir kez daha aradı. "Büşra cüzdanımı evde unutmuşum. Ehliyet yok. Polis bekliyor." Başından aşağı kaynar suyun dökülmesi bu olsa gerek.

Eve gittim. Cüzdanı aldım. Sonra olay yerine gittim. Ben gittiğimde annem olayın önünde olan dükkan sahibi ile yarım yamalak İngilizcesi ile konuşuyordu.

Polis beni arabadan iner inmez gördü. Yanıma yaklaşıp, ehliyeti aldı. Bende annemin yanına gittim tabi. Şuan ne sorduğumu ya da ne olduğunu hatırlamıyorum. Tek hatırladığım annemin "polis Türkmüş!" demesiydi. 

Türk ise nasıl derdini anlatamadın be hatun diye yakındım. Sonra da şok da olduğu aklıma geldi zaten.

Polis yanımıza geldiğinde ilk olarak soy isminin yazdığı sol köşeye baktım. Bilmem ne oğlu yazıyordu. Türk olduğu belliydi yani. Kaslı yapısından anlamamıştım doğrusu. Annemin hastaneye gitmek isteyip istemediğini sordu. Annem hayır dedi. Suç karşı tarafta dur işaretinde durmamış dedi. Oh bu iyi haber dedim.

Götü boklu komşu kızının yaptığı gibi bana İngilizce anneme Türkçe konuşuyordu. Türklerin birbirleri ile İngilizce konuşmalarından ne kadar tiksindiğimi bir başka yazımda paylaşırım ama o durumda polis beyle tartışacak hiç halim yoktu. Hem de ehliyetsiz araba kullanımından anneme ceza yazmamıştı. Hem de aksanından Türkçesinin iyi olmadığı belliydi. Ve gene şanslıymışız ki, Türk karşımıza çıktı. Yaşadığım yerde Türk'lerin az olmasından bahsetmeyeceğim. 

Annemin ikinci kazasıydı bu. İlk kazası Türkiye tatilimizde yeni araba kullanmaya başlayan arkadaşına "gel gel" yaparken arkadaşı tarafından iki araba arasında sıkıştırılıp, kemiklerini kırıp, 2 ay yatağa bağlı yaşamıştı. Her gün içtiği kelle paşa çorbalarını ve yediği keçi ürünlerini ben bile hatırlamak istemiyorum. 

Bu arada geçen hafta annemin polis arabası tarafından durdurulduğunu, polisin ona kırmızı ışıkta geçtin demesini, annemin itiraz ederek ceza almaktan kurtulduğunu anlatmışmıydım? Ben olsam altıma sıçar, ne cezam varsa razıyım memur bey der başkalarının cezalarını da üstüme alırdım. Ne de olsa arabadan yanlışlıkla dışarı çıktığında vurulma ihtimalı olan bir ülkede yaşıyoruz.

Hatunun hayatı benimkinden daha atraksiyonlu, ciddiyim. 

Çok uzattım galiba. Velhasıl, annemin iş yerine yakın olduğu için arabayı oraya çektik. Çarpanın çöp arabası olduğunu öğrendim! Ben işe gittim. Sigorta ile tüm gün konuştum. Akşam da arabayı tamir için çekici ile götürdük. Tamir edilmesini istemiyorum açıkcası. Eskisi gibi olmayacak ammmaaaa bağalım.

Not: o heyecanla polisin elinde yüzük var mı diye bakamadım. Belli mi olur, beyaz atlı prensin nerede çıkacağı belli olmaz. Ahahahahahah

Sağlıkla Kalın. 




Kırgınım

Çok kırıldım dün. Böyle konuların beni çok ama çok üzmesine izin verdiğim için kendimi suçluyorum aslında. Bu kadar duygusal ve sulu gözlü olmamalıyım! Nede olsa ben güçlü bir insanım, değil mi?

Konunun aslında iç yüzüne girip, o kişiyi kötülemek istemiyorum. Çünkü ben hiç bir zaman iki kişi arasında var olan incilmelerin tek yönlü olduğuna inanmıyorum. Elbette benim de kabul ettiğim ve göremediğim hatalarım var. Vardır.

Benim sinirlendiğim; ulan öz halamın öz kızısın. Ne senin benden nede benim senden kaçarım var. Elbette yollarımız sık sık keşişecek. Ben aramızdaki soğukluğu gidermeye çalışırken, senin ergen gibi "ben kendimi suçlu görmüyorum. " deyip üste çıkman ne? 

Annemle babamın Türkiye'ye geliş tarihlerini her sene öğrenebiliyorsun. Gelmeden bir hafta önce bana şunu bunu getirirler mi diyebiliyorsun. Ama insanların hissettiklerini hiç tıklamamak, ne demek?  "3 sene önce yaşanmış bir olay. Çok uzatmak istemiyorum." diyebiliyorsun. 

Ne diyeyim ben sana artık. Ne diyeyim?

Allah gönlüne göre versin.
Sağlıkla Kalın. 
New York City

Filozof Oldum

Annemin pek de iyi olmayan aksanı ile "Nanaçkimi, muikom? Babaşkimi şimdi gelecek." demesiyle birden irkildim. Bana göre sadece bir kaç dakika uzaklara dalıp gitmiştim. Havanın kararmaya başlaması ile birlikte salya sümük izlediğim "küçük prens" filminin parça parça kesimleri göz önüme geliyordu. İnsanın psikolojisine işleyen bir film daha deyip senaryoya bir daha sövdüm. 
İyi iş çıkarmışlar...

Ama bir kaç dakikanın geçmediğini annemin acele hareketlerinden ve dışarıdan getirdiğim poşetlerin yerine çoktan yerleşmiş olduğundan anlayabiliyordum.
Ya da annem süper güçleri olan bir kadındı, bilemiyorum.

Kendisi pek hoşlanmaz ama şimdilik burnunu kıvırıp işini halleden bücür cadı diyelim biz ona. 

Aslında o dakika da pek çok şeyden haberim yoktu. Mesela neden uzaklara dalmıştım ki? Hangi cümle veya kelime beni uzaklara götürebilecek kadar güçlü olabilirdi?

"Amaaaan yeaaaa" deyip sırt çantamı kaptığım gibi dışarıya attım kendimi. 
Huyumdur birden alevlenmek...

Apartmandan çıktığım gibi arka tarafta oturan dedeyi gördüm. Artık ne kadar da yaşlandığı dikkatımı çekti. Bütün gün oturduğu parktan geliyordu. Her zaman olduğu gibi o yaşlı ve kurumuş ellerini yuvarlak suratımda gezdirdi ve bende o elleri öpüp yoluma devam ettim. 

Yaşlılara deli divane olan tek ahmak ben olamam herhalde...değil mi?!

Aslında ne yapacağımı pek de bilmiyordum. Pek de ne demek, hiç bilmiyordum. Önüme çıkan ilk bakkalı farketmem ile birlikte falım sakızlarını ne kadar çok özlediğimi hatırladım! Hemen girip her çeşitini kaptım tabiki. Sen hiç üzülme, değerli okuyucu.

İçinde var bir endişe
Batmış sana bir meşe
Topla gel kendini
İlk gördüğün meyhaneye

"Yoğ artık argadaş!" diye sesli düşündüğümün elinde ekmek poşeti ile gelen çoçuğun adımlarının hızlanmasından farkettim. Bu arada o kadar yürümüşüm ki, Bakırköy deliler hastanesinin bahçesine kadar gelmişim. Vay be altıncı sınıfta ne koşardım ben burada diye de iç geçirmesem tabiki de su yerini bulamazdı. 

İncirli caddesine çıktığım gibi ilk gördüğüm minibüse kendimi attım. Ne kadar atraksiyon bekliyorsam artık, minibüs tabiki de Bakırköy meydana gidiyordu.

Paramı kahverengi tesbihi vites koluna takmış ve bana elini uzatan şöföre verip en arka sağ köşedeki yerimi aldım.
Tekerleğin üzerine ayaklarımı koyarak "cool" göründüğümü düşündüğüm günlere geri döndüm. 

Sanırım bugün eski günler teknesine kendimi fırlattığım bir gündü.

Büyüme telaşesinden etrafımdaki olayların gelişme aşamasını fark edemeyişimden girdim de, kahve fallarında çıkan geleceğimin bir türlü mayaya yatmamasından çıktım. 

Bir de onunla evlenecektim. Ölme eşşeğim ölme.

Saati biz insanların yarattığını biliyorum. Lakin durdurmak bu kadar zor olmamalı.
Düşünecek ve karar verecek o kadar çok konu vardı ki!

İnsanların bana göre anlamsız davranışlarından, geleceğimizin bizim planladığımız gibi hiç bir zaman olmayışından,bir ara dünyanın en önemli konusu gibi gelen küçük bir detayın aslında küçük bir detay olduğunu farkettiğimiz de yılların izlerini simamızda gördüğümüzü düşüne düşüne aynı minibüs ile evin yolunu tuttum. 

Eve döndüğümde babamın "eve gelme kızım sen, tamam mı?" deyişi kulağımda sadece bir sinek vızıltısıydı. Yanına sokulup 7/24 izlediği "shark tank" yarışmasını düşüncelerime devam ederek izledim.

Not1: Yazdığım ilk öyküydü. Aslında pek öykü denir mi bilmiyorum. Hayatımda geçen küçük hikayeleri birleştirdiğim bir yazı oldu. En uzun yazım! Eğer sonuna kadar okuduysan, her zamanki gibi seni ayakta alkışlıyorum!

Not2: Lazca da
Nana- anne
Nanaçkimi- anneciğim
Muiko - ne yapıyorsun?

demek

Üzgünüm Lazcam bu kadardı.

Not3: Mani de benim kalemimden çıktı. Falım yazarlarına suç atmayalım.

Sağlıkla Kalın! 

Walt Whitman Köprüsü

Arı Maya

Nasıl kendimi affettirsem diye düşünüyorum şu anda. Hemen ardından da "kime?" diyor kalın tonda sert bir ses...

Etrafınızda her ne kadar az ama öz insanlar olsa da, siz 90'lı yıllardaki götü boklu oluşunuza aldanmayıp İremden hayalet sevgilim şarkısını dinleyip melankoli yaparsınız ya, bazen kendimi tam o durumda buluyorum işte

Derdin mi var diye sorsanız; yok derim.
Derdin mi var gardaş derseniz; çok diye eklerim.

Bazen çok yalnız hissediyorum. Hiç bir iş ile uğraşasım gelmiyor. Herşeyden sıkılıyorum. Bir de rütin haline gelen işlerden hiç hoşlanmıyorum. Bahsetmiş miydim?

YouTube olayından soğudum.
Blog olayından da ayrı kalmamın bir nedeni var. "Yaptım ama niye bir sor?" #türksineması
Dur insanların bloglarını okuyayım, bir de yorum yazayım diye diye kendi kendimi soğuttum. Sevdiğim kişilerin keyifle okuduğum sayfalarına bile giremedim. Kendim ettim kendim buldum yani dostlar

Bugün kendimi yalnız hissettim. Mutlu, sevgi dolu, daldan dala atlayıp polenlerini oyana buyana püskürten arı gibiydi herkes. Ben ise gökkuşağının en uç kısmına koşmaya çalışıp altın bulacağıma inanan ahmak gibiydim.

Öyle işte..
Ben uyuyayım en iyisi. 
Uykumu aldıktan sonra kendime gelirim.
Yarın ola hayrola!
Sağlıkla Kalın. 

Nazar Bu Nazar!

Mutsuz olduğum bir günümü anlatmak için yeniden buradayım....

Geçen kampa gittiğimizde benim arabam ile gittik ve kamp yerinde arabanın aküsü biterek ilk tekmesini vurdu. Kampta araba ile anılarımızı anlatmayı çok isterdim ama bugünki olayı anlatmak ve içimi dökmek için sabırsızlanıyorum. O yüzden kısa keseceğim. #sorrybutnotsorry

Arabayı tamire götürdüm. Aküsü, yağ değişimi ve hız yaptığımda ışığın yanıp "makine sorunlu bebişim" demesinin tamiri $1800 ve küsürat tuttu! Şaka gibi resmen! Ben o paraya Türkiye'ye iki kez gidip gelirim. Hatta kışın bileti alırsam 4 kez! Sonra adamın bana gelip "parça yokmuş, ısmarlayacağız, gelince yapıcaz" demesini anlatmıyorum bile.

Ve ben o tamiri yaptırdım. Kaçarı yok dedim ve yaptırdım. 2 saat de bekledim! Arabaya bindim ve biraz sürdüm. Yola çıkar çıkmaz direksiyonun tam önündeki camdaki çiziği fark ettim! Şaka gibi resmen. Ben bile hala inanamıyorum. Şoktayım. Babamı aradım. Böyle çizik varmıydı yoksa ben mi göremeyecek kadar körmüydüm diye sordum. Yoktu dedi babamda. Eve gelince baktı. Taş gelmiş. İzler var dedi. Daha önce yapılmış olsa, gözümün önündeki koca çiziği fark edemeyecek miyim? Galeriyi aradım ve kapalılardı. Yarın sabah arayıp kamera kayıtlarını soracağım!

Hem dıdısının dıdı kadar para vereyim hem de arabamı çiz! Ne de güzel!!

Hadi dedim olan oldu. Eve geldim. Oruç açtım. Dışarı çıktım. Arabaya yürüyorum ve telefonum bacağıma çarparak yere düştü. Bilin bakalım, ne oldu? Telefonumun ekranı kırıldı! Ön kamera pert.

Cana geleceğine mala gelsin diye diye kendimi avutuyorum. Hadi böyle şeyler olur ama hepsi aynı gün mü olur, arkadaş? 
Bugün hiç güzel bir gün değildi, hiç!
Kem gözleri Harry Potter'daki Dumbledore'un kuşu oysun.
Sağlıkla Kalın!


Yapraklar Yeniden Yeşerdi

Bu aralar yorgunum...
Bir an mutluluktan sarhoş olabiliyor olsamda, sonraki an da depresyona bağlamış safinaz durumuna girebiliyorum.

Doktora gittim. 
Herşey tamam bir tek D vitamini eksik dedi. 3 ay boyunca her gün ilaç al, sonra gel yeniden tahlil yapalım diye de ekledi. Üşengeçliğimden gidipte ilaç almıyordum. Açıkcası bir de "yaz geliyor zaten. İlaça ne gerek var yeaaa" dedim. Ama dün iş yerindeki bey, "benim oğlumda da eksik çıktı. D eksikliği depresyona sokuyormuş." dedi ve koşar adımlarla bugün ilacı yaptım.

Şuan suratımı cama dönmüş, açık olan camdan gelen hafif rüzgar eşliğinde bu yazıyı yazıyorum. Saatlerce böyle kalabilirim. Bu gidişle kalacağım da...

Kalbimi çok kırdı ağa. 
Hem de çok. 
Siz Sağlıkla Kalın.



Sen Hangisisin?

İki çeşit insan var bu hayatta.
Birincisi sevinçlerini paylaşabilen, ikincisi de üzüntülerini....

Mutlu olduğum zamanlarda bloğumun kapısını çalıp girip bakmak aklımdan bile geçmiyor. Lakin ne zaman dünyadan uzaklaşmak istesem kendimi burada buluyorum. Hiç tutmadığım günlük tadında ama benimle birlikte yeşeren bir yaprak misali.

Çevremdeki çoğu kişi benim aklı başında, başının çaresine bakabilecek ve güçlü bir insan olduğumu söylüyor. Ama bu da "Gelin, ağzıma s*çın" demek olmuyor ki arkadaş! Neyseki burada benim hakkımı yiyen "insanlardan" bahsetmeyeceğim. Hem blog sahibesi olduğumu kimse bilmiyor, hem de benim sorgulama sıramın geleceği dünya burası değil.

Onun yerine ben mutlu olmasını seviyorum. Unutmaya çalışmayı seviyorum. Gülmesini ve gülümsemesini seviyorum...Hayat başka türlü nasıl geçer? Ki hayat biz güzel baktıkça güzel değil mi zaten? 

Bilmiyorum, öyle işte...
Şuan konuştuklarım size(sana diyecek kadar yakın mıyız?) saçma gelebilir. İçimden geldi bunları söylemek. Tıpkı bir hafta önce tren ile seyahat ederken olduğu gibi. Çevremi inceliyordum ve yaşlılar ve gençler arasındaki farklılıklar gözüme çarptı. Tren ile seyahat etmesini ne çok sevdiğimden, pencereden dışarıya boş boş bakışımdan ve o anda aklımdan geçen onca küçük düşünceleri buraya dökmek istemiştim. Yazmaya başladım ama derin bir nefes verdikten sonra bıraktım. Bende emin değilim nedeninden. Belki de, artık unutulduğumu düşündüğümden. Bilmiyorum. 

Aranıza yeniden katılabilir miyim? Arada özlüyorum. Hem de çok!

Sağlıkla Kalın. 


İyiyim. Aynı haller aslında...
Sadece rüyamda bir kaç hatıra görüp mutsuz uyandığımda günüm çok da iyi geçmiyor.
Sağ gözümde de bir ağrı var bugün.
Hadi hayırlısı. 

Sevelim, Sevilelim.

Daha önce küçük şeylerin beni mutlu ettiğinden bahsetmiştim. Etmediysem bile, küçük şeyler ile sevinip mutlu olabilmeyi başarabilen o insanlardanım ben.

Geçen babam ile ev alışverişine gittik. Aslında ben hiç gitmem ama ne olduysa gidesim tuttu. Arabada da oturmadım hatta. Babamla birlikte içeri girdim. Alışverişimizi ve ödemeyi yaptık.

Buraya kadar herşey normaldi.

Çıkış kapısının önünde sağlı sollu fişi ve aldıklarınızı kontrol etmek için iki kişi bulunur hep. Bu sefer bir tek kişi vardı.

Uzaktan baktığımda onunda bana baktığını gördüm. Ama ben görmemiş gibi yaparak, bakışlarımı yere eğdim hemen. 

Babam sepeti tutuyordu ve bende fişi verdim. Adam fişe baktı. Ürünlerin adının ve fiyatının olduğu ön kısıma çizik attı ve sonra fişi ters çevirdi. Ben ne oldu acaba diye düşünene kadar fişte yuvarlak gördüm. Heralde gülen surat yapıyor dedim.

Çizimini bitirdikten sonra fişi bana verdi. Elime aldım. Adamın suratına baktım. Gülümsedim ve teşekkür ettim.

Ağzım kulaklarıma vardı resmen. "Milyonlarca kişi içinden beni seçmiş yeaaaa" diyerek havalara girdim. Kesin benim 15 yaşında bir ergen olduğumu düşündü ama olsun.

Kapıdan çıkar çıkmaz babam ver bakayım ne yapmış dedi. Fişi uzattım. Canı sıkılmış her halde, yapacak işi yok galiba dedi. 

Hahahahahaha.

Sevelim. Sevilelim! 
Yoksa bu dünya çekilmez.
Hepinize sanal olarak sarılıyorum. 
Sağlıkla Kalın.


Ordan Burdan

Hava soğuk bir kaç gündür....
Oysaki bir kaç gün önce ne kadar da güneşliydi.
Mutluydum.
Herşeyin bir sonu vardır diye boşuna söylememiş büyüklerimiz.


Önceki yazımdan bu yana hayatımda pek de bir değişiklik olmadı. (Yazım bittiğinde bu cümleme geri döndüm ve "boşan da semerini ye" dedim.) 
Bin Muhteşem Güneş adlı kitaba başladım ve 3 gün de bitirdim. Güzeldi. Lakin sanırım hala favorim Uçurtma Avcısı. Yazarın karakterleri bir şekilde birleştirmesini istedim. Ama yapmadı. Canı Sağolsun.

Şimdi Harper Lee'den Bülbülü Öldürmek adlı kitaba başladım. Kitap konusunda kendim ile gurur duyuyorum. 

Yeni insanlar ile tanıştım. 

Paintball denilen aktiviteye katıldım. Kollarım ve bacaklarım kıpkırmızı olup sonra da mor rengine büründü. Pişman değilim.

New York'a gittim. Brooklyn köprüsünde yürüdüm. 

Bazı insanların kalbini kırdım. Pişmanım.

Spor salonuna üyeliğimi iptal ettim. Güneşin yüz gösterip, havanın ısınması ile dışarıda bisiklet sürmelere yeniden başladım. 

İki hafta iş saatim 3-11:30 oldu. Pi günü yani pazartesi günü sabahın 4'ünde işte olmam gerekiyordu. Ve ben saatimi öğle 3'e kurarak geç kaldım. Uyandığımda iş arkadaşlarımın mesajlarını ve aramış olduğunu görmek sevindirdi. Lakin her genç kız gibi benimde telefonum sessizdeydi. Müdür uyuya kaldığımı sandı. İnanmadı. Umrumda değil. 

Üzüldüm. Belki orada olmadığım için durumun ciddiyetini daha iyi anlayamadım ama üzüldüm. Yaşlarını, yaşantılarını, akraba ve arkadaşları hakkındaki bilgileri okuyunca üzüldüm.

Sağlıkla Kalın!
Olur mu?
Tamam...

Uçurtma Avcısı

Yılbaşında sonu gelmeyen listeler yaparız. Şu kadar kilo vereceğim, şehir gezeceğim, internetten uzaklaşacağım diye sonu gelmeyen çünkü hiç bir sene yapılamayan o listeler....

Tanıdık geldi mi?

Bu sene bende gönlümden geçenleri sıraladım. Şuan benim için en önde kendimi geliştirmek var. Hele de bu iş yerine başladıktan sonra anladım ki, daha da ağır başlı olmalıyım. Benden sonra en genci 35 yaşında olursa, başka çıkarım da yok gibi.

Gel gelelim, ne yaptığıma.

Kitap okumak ile başladım. Şuan bunu utana, o yana bu yana kıvrıla kıvrıla söylesem de, kitap okumaya başladım. Liseden sonra ilk kitabımı geçtiğimiz pazar bitirdim. Çok da uzun sürmedi sadece 1 haftamı aldı. Hikaye beni öyle bir sardı ki...zaten duygusalım, ağlamaktan gözlerim pörtledi. Hatta şu diyalog geçti babam, abim ve ben arasında.

Evde yalnızdım. Sesli bir şekilde hem kitabı okuyup hem de ağlıyordum. Dış kapının açıldığını duyunca hemen tuvalete kaçtım. Bir kaç dakika bekledim. Çıktım.

-Hı baba sen mi geldin?
+Gene mi hasta oldun sen?
-Galiba.
+İş yeri soğuk mu, kalorifer açmıyorlar mı? Ihlamur yapayım gel.

Aradan 1-2 saat geçti ve ben kitap elimin altında yatağımda uzanıyordum. Hala arada yaşlar gözlerimden süzülüyor tabi. Abim geldi. (Bu arada eve benden sonra gelenler ilk önce benim odama gelir, benim ne yaptığımı sorarlar.)

-Laaaaaaaan, hasta mısın sen?
-Kime artistlik yapıyorsun, bağrın açık geziyorsun?
-(babama dönüp) hasta mı olmuş bu? Vitamin alsana salak.

Bu yaptığımı arkadaşlarıma anlattığımda direk söyledikleri "bunu yaptığını tahmin edebiliyorum." oldu. Leb demeden leblebiyi anlayan arkadaşlarımında olması beni çok mutlu ediyor deyip, o konuyu da buraya sıkıştırayım.

Kitabın adı Uçurtma Acvısı. Khaled Hosseini yazmış. Ellerine sağlık beyim. Çok güzel bir iş çıkarmışsın! Kitapta ani acıların olması da, bana Game of Thrones'u hatırlattı. Birazcık da hasret giderdim. Kitap Amir adındaki Afgan bir oğlun hayatından bahşediyor. Hizmetçisi ve oğlu ile ilgili ilişkilerinden, babası ile arasındaki bağdan, Afganistan'daki siyası ve dini olaylardan yola çıkarak yazılmış bir kitap. Sonuna doğru hikayenin gidiş yönünü tahmin etsem de soluksuz okudum. Kitabın o eski kokusunu, sayfalarındaki kuruluğu özlemişim.

Sonra filmini izledim. Bu kadar mı berbat olur diye ağzıma gelen nazik ama üzücü kelimeleri bilgisayarın ekranına saydım. Pişman değilim. 

Şuan aynı yazarın diğer kitabını okuyorum. Bin Muhteşem Güneş. Bu da Afganistan'daki kadınlardan bahşediyor. Kitaba dün başladım ve hemen hemen yarıya geldim. Sanırım bu sene bol kitaplı geçecek!

Beğeneceğimi düşündüğünüz kitapları bana bildirirseniz çok sevirim.
Sağlıkla Kalın! 

Ölüyorum Anlasana!

Her gün midem bulanmaya başladı. Gözlerimin altları halka halka olup, morluklarım tavan yaptı. Uykusuzluktan kıvrandığım masamda ağrıyan belim ile kendimi yaşlı hissetmeye başladım artık.

Özetle bu şekildeyim. Neden diye bir sorun ama? Bu hafta gece çalıştım. Yani işe akşam 11'de başlayıp, sabah 7:30'da bıraktım. Çalıştığım iş yeri 7/24 çalışan bir fabrika olduğu için, üç tane farklı çalışma saatleri var. Bu çalışma saatlerinde farklı işlemler oluyor ve farklı makineler çalışıyor. Yeni başladığım için de, benim o farklılıkları öğrenmem gerekiyor. Ama vay halime arkadaş! İlk zamanlar "amaaan yeaaaa, nolacak kieeee." dedim ama kısa zamanda o şekilde olmadığını anladım. Hele de saat 8'de yatağın yerini bulan, 9'de uykusu gelen ama "biraz daha dayanmalıyım" deyip, 10'da uyuya kalan bir kişiden bahsediyorsak eğer, düşündüğümden daha zormuş.

İlk bir kaç gün acaba yemek yemediğimden mi midem böyle dedim ama yok diğer eleman da aynı duygular içindeymiş. Bünye alışık değilmiş.

Eve nasıl dönüyorum bende bilmiyorum. Geldiğimde direk uykuya dalıyorum ve öğlen 1 gibi uyanıyorum. Yatakta bir kaç saat daha kıvrandıktan sonra birşeyler atıştırıyorum. Sonra bulaşık, oda toplamak, kitap okumak derken (bu konuya da değineceğim) saat 5 civarı oluyor. Gözlerimi kapayarak biraz daha dinleniyorum. Sonra da işkence başlıyor işte....

Bir hafta daha böyle gidecek. Bakalım. Kilo kaybımı söylemiyorum.
Böyleyim işte bu aralar. Mühendislik okumak en kolayıymış. Daha zoru üniversite bitinceymiş. Teşekkürler evren! Çok iyi bir öğretmensin.

Dualarımızı eksik etmeyelim.
Sağlıkla Kalın.

Ayrılık

Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini.
Hahahahahahhaha.
Neden bu kadar komik geldi bilmiyorum.

Kendimi hatırlatmak için geldim. Ben yokken çobanlar buralarda koyun otlatıyormuş. 

Ne yazağımı pek bilmiyorum aslında. Sürekli "hayatımda hiç bir hareket olmuyor. İşe gidip geliyorum." demek istemiyorum. Gerçi araya gene kattım ama olsun. 

Neden bahsetsem acaba diye düşünürken ayrılıkları sevmediğim aklıma geldi. Küçükken ananem İstanbul'dan memlekete giderken otobüs terminalinde gizli gizli ağlarmışım. Bana göre gizli ama karşımdaki herkes ağladığımı bilirmiş. Çoçuk aklı işte. Çok duygusaldım eskiden. 

Çocukken sofradan en son kalkan da ben olurdum. Ağzımı evire çevire önümdeki yemeği zar zor yermişim. Herkes salona gidince de, önümdeki tabağı tencerenin içine tekrar dökerdim. Annem her seferinde anlardı. Çoçuk aklı deyince aklıma geldi.

Neyse, ayrılıklardan bahsediyordum. Şuan çalıştığım yerde kocaman bir odanın içinde üç kişi çalışıyoruz. İkimiz mayıs başı gibi başka şubeye gideceğimiz için birinci kişinin odasına yerleştik. Diğer kişi de endüstri mühendisi. Birde bayan olduğu için hemen kaynaştık. Sorum olunca hemen cevaplaması çok hoş. Ama yeni bir odaya taşınıyor. Taşınacağı odayı dün temizlediler ve haftaya da boyanacakmış. Uzak değil sadece yanımızdakinin yanındaki odaya gidiyor ama içim bir hoş oldu. Gitmiyeydi iyiydi. Çok mu çoçuksu bilmiyorum ama gitmesin!

Hadi bu ayrılığa dayandım diyelim. Mayıs başı ben gidiyorum. Buradaki insanlar ile yeni yeni bağ kurmaya başlarken ayrılmak çok zor olacak. "Telefonun diğer ucundayım." deseler de, aynı değil arkadaş!

Hergün yediğim kuş kadar salata ile dalga geçebilirsiniz ama ayrılmayalımmmöööö....

Sanırım benim hala büyümem lazım.
Sağlıkla Kalın. 

Hayat Hızlı

Bu aralar hayatım hızlı ilerliyor.
Yeni iş ve yeni insanlar ile dört bir yanım kaplanmış. 7-3:30 çalışıyorum. Eve vardığımda, bir kaç yer topla, bulaşıkları yıka, yemek yap moduna giriyorum. Annem hala Türkiye'de. Şubatın ilk haftası gelecek. Arkadaşları ile kaplıcaya gitmiş. Eğleniyor demek istiyorum. Dün babam eve gelince söyledi. Annemi aramış, ananem ile konuşmuşlar. Annemin kemik erimesi bayağı ilerlemiş. 2 sene önce yavaşladı diye sevinmiştik oysaki. Çok üzüldüm. Gelsin de, ne yapılacaksa yaptırayım. İnternette okuduğuma göre çok ileri derece de ise, haftada bir aşı oluyorlarmış. Duygusallığım tavan yapmış durumda.

Onun dışında ayın 24'ünde Washington DC'ye gidiyorum. İş için. 1 hafta orada kalacağım. Değişiklik olur, iyi gelecek diye düşünüyorum.

Spor felan hak getire. Akşam çok yorgun olduğum için 8 gibi uykum geliyor. Aktif olmak istiyorum ama. Fal bakanların klasik lafıdır "İçin kararmış." Evet evet, içim bayağı karardı. Annem gelsin herşey yoluna girer.

Sağlıkla Kalın. 

Herşey İçin Çok Geç

Blog yazmaya yeni başladığım zamanlarda "Ah şu annelerimiz!" diye bir yazı yazmıştım. Yazımı, acaba ileride annem gibi olacak mıyım diye de bitirmiştim. Aradan çok zaman geçmedi ama ben annem oldum bile!

Annem aralık 31'de Türkiye'ye gitti. Evin işleri bana kaldı demek istiyorum ama yalan söylemek istemem. Babam ile ortak yapıyoruz. İlk olarak, ben internetten bakarak bulgur pilavı yaptım. O kadar güzel oldu ki! Sonra da et sote ve tel şehriyeli pilav (ayıptır söylemesi) yaptım. Babam iki tabak yiyince anladım ki, hayatında hiç yemek yapmayan bir kişi için becerikliyim. Evladın emin ellerde kaynana! Sen hiç üzülme.

Bulaşık yıkamak felan söylemiyorum bile. Abime ve babama çok tabak çanak kirletmeyin diyorum sürekli. Annem olsa "Tabi bulaşığı siz yıkamıyorsunuz ya" derdi. Şimdi bende aynısını düşünüyorum. İşten çıkma zamanım yaklaştığında bugün evde ne yapılacak ve hangi yemeği yapsam diye düşünür oldum. Annem yapmak değil ne yemek yapacağını düşünmek zor derdi hep.

Yemek işini bir şekilde hallediyoruz.

Ama dün bir şey oldu. İçim gitti resmen! Babam yemeğin altını yakmış, tuvalate girmiş (ayıptır söylemesi vol. 2) ve sonra ocakta ki yemeği unutmuş. Eve geldiğimde ev de bir koku ve heryerde duman vardı. Öyle bir "noldu burada?!" deyişim vardı ki...Anlatmaya Türkçem yetmez.

Öğrendim ki hem tencere hem de tencereki yemek kül olmuş. Ama sorun burada değil. En üzüldüğüm nokta babam tencereyi alıp tezgaha koymuş. Ve tezgah yanmış! Hep gözüm oraya gidiyor. İç geçiriyorum baktıkça. Çok üzüldüm çok! Anneme şikayet edeceğim seni dedim hemen ama ben öldüm bittim orayı görünce. Babam da üzülmüş belli. Sildim ama çıkmadı dedi.

Annem de çok üzülürdü. İş çıkardın başımıza derdi ama görünce ne tepki verecek çok merak ediyorum. Acaba görüntülü konuşmada ispiyonlasam mı?

Sağlıkla Kalın!
Okumak istersen;
İzlemek istersen;

Kızdırmayın Şu Adamı

Yarın, staj yaptığım şirketi saymazsak, hayatımın ilk işinin son günü. Pazartesi yeni işime başlıyorum inşallah. Biraz heyecanlıyım biraz da korkak. Ocağın 24'ünde de şehir dışına çıkıyormuşuz. Eğitim için. Ve Ocak 14 benim doğum günüm...24 oluyorum ciddi ciddi! Ben, minnak ve 10 yaşında gözüken Büşra....

Neyse, nereden nereye geldim yine. Benim amacım ya da kafamdaki giriş paragrafı böyle değildi. Şuan bayağı salladım. Benim kafamda hiç bir zaman ne yazacağıma dair bir bilgi olmuyor ki. Adı üstünde ağzına geleni açıkca söyleyebilen kız benim.

Bugün patron yani çalıştığım şirketin sahibi benim bir üstüme bir kızdı bir kızdı ki! Ben yerin dibine girdim. Çok üzüldüm. Her halde bana birisi böyle davransa ağlaya ağlaya çeker giderdim. Normalde güçlü bir insanım amma ve lakin bayağı sövdü yani.

Evet, sadece bunu anlatmak istemiştim.

Sağlıkla Kalın.