Asi Kaptan

Hırçın denizlerin asi kaptanıyım bu aralar. Tükenmişlik sendromu da yaşıyor olabilirim. Hahahahahahah. Bu cümleme çok güldüm. Neyse. Üniversite öğrencilerinin şuanda bir aylık tatilde olmalarını kıskanıyor da olabilirim. Ya da çoğu arkadaşımın öğretmen olup onların da ara tatillerinin bu zamana denk gelmesi ve benim hala tıpış tıpış işe gidiyor olmam da canımı sıkıyor olabilir.

Çalışmak, okumaktan daha zormuş demek istiyorum bir kez daha. Bugün derse gitmesem de olur deyip yan gelip yattığım günlere deri dönmek istiyorum. Sihirli değneği olan? Paylaşmak sevginin bir parçasıdır, unutmayalım!

Çalışmanın en iyi avantajlarından bir tanesi tabiki de kazanılan para. Oda olmasa evde oturup FarmVille oynamaya razı olurdum her halde. Belki şans bir şekilde bana da gülerdi ve oyun oynaya oynaya boş bir yastık kılıfını para ile doldurabilirdim. Kim bilir? Gerçi etrafımdaki çoğu insan şanslı bir kişi olduğumu söyler ama bilemiyorum.

Her yer de yeni yıl yazıları görüyorum bu aralar. Yeni dilekler ile süslenmiş, duygu yüklü cümlelerinin tüm vücudu kapladığı bin bir çeşit yazılar. Çoğu kişinin dileği hemen hemen aynı. Hayallerimizin bile aynı olduğu bu dünyada farklı olmak için kürek çekiyoruz. Ne garip değil mi?

Bu arada Harry Potter'i tekrardan izledim. Son bölümde ağladım. Demiştim ya bu aralar hep hırçın hem duygusalım. Tekrardan izleyesim var. "Potter Head" olasım var. Starwars izlemeye çalıştım, başaramadım.

Yeni Zellandaya gitmek istiyorum....

Hayat akıp geçiyor. Durduran yok. Durdurma yolunu bulana kadar benim hayatımdan geçen ve hatıra olarak beynime kazılan bunlardı.

Siz ne yapıyorsunuz? Konuşmayalı bir hafta olmuş.

Sağlıkla Kalın.
Okumak istersen;
Zamanla Anlıyor İnsan

Ben Kezban Mıyım?

Türkiye'de yaşamıyor olmam beni bazı konular dışında bırakabiliyor. Lakin sosyal medya sağ olsun, bu arayı kapatmada çok işe yarıyor . Konu dışında olduğum bir kelime de Kezban idi. Kezban kelimesini bir ya da iki sene öncesine kadar hiç duymamıştım. Daha sonra caps'ler ile tanıştırıldım ve bir kaç yerde okudum.

Kimlere kezban denir diye biraz bakındım. Pek anlam veremedim açıkcası. Çünkü benim bir başka kişiye hitap etmeyeceğim bir kavram idi. Çünkü benim öğrendiğim, insanları görünüş ve düşüncelerine karşı ayırmamaktı. Ama gel gelelim bu aralar sık duyduğum, ve bana hitap edilen bir kelime olarak hayatıma girdi.

Normalde beni tanımayan insanların benim hakkımda yanlış düşüncelerini pek umursamam(yalan söyledi). Ama gel gelelim ne zaman şu YouTube olayına girdim, bazı yorumlar üzerine insanların düşüncelerine hayret ettim.

Her yoruma açığım aslında. Biliyorum Türkçem mükemmel değil. Biliyorum bir çok hatam var. Ama senin bana ağzını gere gere konuşuyorsun deyip önce konuşmayı öğren diye eklemen sence beni Türkçe ve Türk'lere yakınlaştırır mı? Ben bile tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır deyimini biliyorsam, senin neden haberin yok?

Ya da şöyle bir yorumun gelmesi....Bir de hemcinsimden. Şaşırdım.


Tabiki de herkes herkesi beğenmek zorunda değil. Tabiki de düşüncelerini dile getirebilirsin. Ama bi o insanlara bakıyorum bir de tam tersini iddaa edip beni pembe bulutların üzerine çıkartanlara. Nasıl bu kadar zıt fikirler olabilir?

Aslında bu konu üzerine biraz daha yazabilirim çünkü gelen kötü yorumlar bayağı kabarık ama sıkılmanızı istemem.

Gerçekten bilmek istiyorum. Ben kezban mıyım?

Sağlıkla ve Hosça Kalın.

Okumak istersen;

İzlemek istersen;
Kezbanlığımdan utandığım için yok.

Oda Bizi Duyacak mı?

"Kulağın nerede, evladım?" deriz yeni konuşmaya başlayan çoçuklara. Sonra ağzının, saçlarının, ellerinin nerede olduğunu sorarız. Beş duyumuzu ve daha fazlasını o zamanlardan öğrenmeye başlıyoruz işte.

Bugün radyoda duyduğum bir konuşmadan bahsedeceğim. Yaşlandıkça tat alamamayı daha önce duymuştum. Haberim vardı. Lakin koku alamamayı bilmiyordum. Şaşırdım açıkcası. Anosmi denilen şey koku duygusunun kaybıymış. Aslında şimdi düşündüm de, tad ve koku birbirlerine çok yakınlar. Sanırım o kadar da şaşırılacak bir konu değildi. Lakin ilginç geldi işte.

Sonra kendimce gene konuyu şükür etmeye getirdim. Ne kadar da bencil bir insanım! Gençliğimin kıymetini hiç bilmiyorum. Utandım.

Hayatım çok yoğun gibi geliyor, ama yaptıklarım elle görülür değil. Hayatın monotonluğu ile bir yandan öteki yana savruluyorum. Değiştirmem gerek deyip değiştirmek için bir takım işler yapmayan insanlar gibi olduğum için utanıyorum.

İş hayatı zor ağa. Öğrenciliğin kıymetini bilmeliydim. Bilin. Bilelim.
Sağlıkla Kalın.

Okumak istersen;
İzlemek istersen;

Karakter Bozukluğu

Bir arkadaşımız var. Aslında arkadaşım pek denmez ama, işte. Nasıl başlasam anlatmaya bilemedim.

Bazı insanlar vardır, karakteri herkese uyar. Sen hadi dışarı çıkalım dersin, hava yağmurlu evde film izleyelim der bir başkası. Sende hemen kabul edersin mesela. Bazı insanlar vardır, fikrini asla değiştirmez. Hayır yağmurda dışarı çıkacağız der. Ve sizi dışarı çıkarmak için uğraşıp durur. Bu arkadaş da, ikinci türden. 28 yaşlarında eline mesleğini almış, olgunlaşmış bir bayan'dan bahsediyorum. Buna nasıl olgunlaşmış diyebilirsek artık...

Aslında karakteri benim umrumda değildi. Ta ki o dakikalara kadar.

Uno oynuyorduk. Ve kural böyle diyerek bilmediğimiz birşey söyledi. Sonra siz oynamayı bilmiyorsunuz, ben oynamayacağım dedi. Hadi onun dediği olsun diye kuralı kabullendik. Sonra benim elimdeki iki kartı görür görmez Uno demeye başladı. Oysa ki kartı yere daha bırakmamıştım. Neymiş hemen söylemem gerekiyormuş, 2 kart çekecekmişim. 3.'de bunu yapınca ben patladım artık! Herkes de bir sakınlık, ben avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Neymiş herkes beni tutuyormuş. Oyun böyleymiş. Bir oyunda bu kadar sinirlenilirmiymiş. Ben gene suskunluğumu korudum. Başka bir oyun oynadık ilerki saatlerde. Ve o oyunda da sürekli "Büşra çok masum gözüküyor ama söyle de böyle de" deyip deyip beni iğneledi. Ama ben gene sustum.

Olayı yaşarken orda olsaydınız eğer, dile getirmek istediğimi aslında çok daha iyi anlardınız. Olsun, kalpler bir olsun değil mi? 

Arkadaşıma "We hugged it off." demiş günün sonunda.
Tabi....Kara tahtama yazdım seni evlat!

Yok yeaaa, unuttum gitti. Bu yazı taslaklarımda kalmış.
Sağlıkla Kalın.

Okumak istersen;

İzlemek istersen;


İşten Çıkıyorum

Eskiden bloğum garipsediğim ve anlamaya çalıştığım insanlar hakkında yazdığım yazılar ile doluydu. Şimdi ise, günlüğüm oldu diyebilirim. Biliyor musunuz? Ben aslında hiç günlük tutmadım. Belki de içimde ukte kalmış ve ben psikolojik olarak farketmiyorum. Neyse, konumuz bu değil. Bugünkü konumuz benim işten çıkacağım. Biliyorum biliyorum, daha yeni girmiştim. Ama başka bir şirketten iş teklifi aldım. Devlet baba bizimle çalışır mısın dedi. Bende uçarak kabul ettim tabi ki. Aslında o kadar uzun bir hikaye ki bu konu hakkında hayatımda gelişen durumlar. Lakin pek emin değilim öğrenmek istermisiniz. Bu yüzden ben şimdi kısa kesiyorum. Şuan çalıştığım şirket küçük çaplı, evime yürüme mesafesi olan, yeni başlayanlar için ücreti fena olmayan ve üretim mühendisi olarak çalıştığım özel bir firma. Ocağın 11'inde başlayacağım yeni işim evime gene yürüme mesafesinde olan, yeni başlayanlar için ücreti yüksek doz olup operasyon ve endüstri mühendisliği yapacağım bir devlet firması.

Seveceğim bir iş yani. Yalnız da değilim. Daha önce birlikte işler yaptığım ve hayalimiz de birlikte çalışıp hatta ev bile tutmalıyız dediğimiz üniversiten bir arkadaşım da var. O her ne kadar New York'da ki şubede çalışıyor olsa da, aynı işi yapacağız ve eğitimlerimiz aynı olacak.

Merak ediyorum acaba orada da bir Türk ile karşılaşacak mıyım? Lakin karşılaşmasam da, benim böyle yerlere gelmem gurur veriyor. İçimde yaşıyorum sevincimi. Kimseye söylemedim daha. Sadece ailem ve bir arkadaşım biliyor. Ve şimdi günlüğümü okuyan siz.

Gerçekten hayatta herşeyin bir nedeni var. Bunu yazıya dökemeyecek kadar hayatımda olaylar yaşadım ki...
Şimdi anlıyorum. Şimdi daha iyi anlıyorum.

Umarım beni hala unutmadınız!
Dualarımızı eksik etmeyelim.
Herşey gönlünüzce olsun.
Sağlıkla Kalın.

Okumak istersen;
İzlemek istersen;

Nasılız?

İşe başladığımı biliyorsunuz. 2 hafta bitti, 3. haftamdayım. Nasıl gidiyor? diye sorarsanız eğer, bana göre fena gitmiyor. Açıkcası şimdilik pek bir iş yaptığım da yok. Ufak ufak işler verilip eğitimden geçiyorum. Burası küçük bir şirket. Yani ofis de çalışan 40 civarı kişi var. Ama imalathane de yoğun zamanlarda 200 kişiyi buluyormuş. Söyledim mi? Bu şirket iş binalarına pencere ve kapı imalat ediyor. Şimdilik memnunum. Pek bir sorun görmedim.

Ama bir Türk ile çalışıyorum. Makine mühendisi burada bir senedir çalışan 31 yaşında evli bir bey. Hiç hoşnut değil. Ben seni kendime yakın gördüm, söylediğim cümleler de eşim de böyle deyip deyip çalışanları kötülüyor. Yüzüne güler herkes ama arkandan laf konuşurlar diyor. Çık, kendini kurtar felan dedi. Kendide iş arıyor. Bir kaç yerden cevap bekliyormuş. Geldiği gibi çıkacakmış. Daha üniversiteden yeni mezun olmuş bir kişi olarak iş ortamları nasıl bilmiyorum tabi. Bakalım.

Her gittiğim yerde bir Türk ile karşılaşıyorum resmen. Ama birden fazla değil. 3. sınıfın sonunda staj yaptığım yere gittiğimde benimle birlikte bir tane daha stajerin başlayacağını duymuştum. Tam 12'den vurdunuz. Diğer stajer de bir Türk oğlanı idi.

Hayatımda gerçekten olan biten bu. Bu aralar aksattım bloğumu biliyorum. Lakin geri dönüşüm çok yakında!

Sağlıkla Kalın.

Okumak istersen;
İzlemek istersen;

Sonunda!

"Geç olsun da güç olmasın."
En sevdiğim ve sık sık kullandığım cümlelerden bir tanesi. Bu iş meselesi kimseye anlatmasam da beni çok strese sokuyordu. Benim dışımda bütün herkes iş sahibi gibi geliyordu. Neyse çok uzatmayacağım. Ben iş buldum!

Evime araba ile 5 dk bile uzaklıkta olmayan bir şirkette. Yürüsem yürürüm de, Amerikan sokaklarında yürümek gerçekten zor. Endüstri mühendisliği okuduğumu biliyorsunuzdur. Bölümüne aşık bir insan olaraktan "bir işe kapak atayım da, gerisi hallolur." demedim. (gerçi son zamanlar düşünmedim değil.) Sanırım o yüzden de bu kadar süre geçti. Bu şirkette yapacağım iş Production Engineer olarak geçiyor. Google çeviriciye göre Üretim Mühendisiymiş. Beklediğime değdi yani!

Üzerimden bir fil uçuk gitti gibi geldi. Hayırlı olsun diyelim. 3 aylık deneme aşaması olacakmış. Aslında bu beni korkutuyor ama napalım, bu da gelir. Bu da geçer. Hala iş arayanlara bol sabır diliyorum! İnşallah gönlünüze göre bir iş siz de bulacaksınız. Dualarım sizinle.

Sağlıkla Kalın.
Okumak istersen;
İzlemek istersen;

Filmdi Gerçek Oldu

Filmlerde hep şahit oluruz. Birbirlerinden hoşlanan güzel kız ve cesur erkek sonunda buluşmaya karar verir. İlk randevularında herşey mükemmeldir. Ancak kız yediği yemeği ya yanağına bulaştırır ya da burnuna. Erkek bu durumu görünce gülümser, kibarca kızın yanağında ketçap olduğunu ifade eder ve siler. Bu olay iki gencin daha da yakınlaşmasına neden olur. Sonrası Türk dizisi ise en az 100 bölümden oluşan bir yılan hikayesi zaten.

Hayatım öyle bir roman ki, bu tür hikayelerin gerçeğe dönüşmesini yadırgamıyorum artık. Bu ne ki? Lise yıllarımda mnet sitesinde okey oynarken tanıdığım her kişinin yüzlerce masadan benim olduğum odaya girip benim masama dördüncü olması gibiydi. Abartmıyorum. Radar gibi herkesi çekiyordum.

Aslında benim hikayem birazcık daha değişik. Güzel kız yok. Cesur erkek de yok.
Tamam tamam anlatacağım, çok merak ettin mi?

Bildiğiniz üzere bu ayın sonu cadılar bayramı. Bunun üzerine Burger King siyah hamburger çıkarmış. Ve bildiğiniz üzere ben YouTube kanalı açtım. Tadını tatmak ve video çekip sizlere bildirmek güzel bir fikir olur diyerekten, çıktım bir yola. Videoyu çektim. İşe gittim. Ve acaba nasıl olmuş diye videoyu izleyeyim dedim. Son kısımda dişlerimin kapkara olduğunu farkettim!

Birde kendime değil de, kameraya bakıp profesyonel davranıyorum ya.....Birde sonda "birşey kaçırmıyorsunuz." deyip sevimli olmaya çalışıp gülümsüyorum ya.....Vah halime vahhhh!

Utanmayıp bu videoyu da internet alemine yayınlamama kaç puan, peki?
Napalım, ben de böyleyim.

Sağlıkla Kalın.

Video için;
Burger King'den Siyah Hamburger

Okumak Istersen;
Insan Basit Yaşamalı

Boş Vakit


Bu hayatta iki şeyin değerini bilmiyoruz demiş atalarımız. Biri sağlık diğeri ise boş zaman. Lise zamanlarımda "ben ev hanımı olmak istiyorum yeaaaa" diyip dururdum arkadaşlarıma. "Bütün gün Facebook'da FarmVille oynarım." diye de eklerdim. Ama annem o zamanlardan beri bana mühendis olacağımı aşıladığı için "mühendislikte cebimde kalır." diye diye saf saf dolaşırdım. Gel zaman git zaman derken bu vakitlere geldim. Şuan her gün sabah 8'de annem ile kalkıyorum. Annemi, babamı, abimi işe uğurluyorum. Kahvaltı yapıyorum. Odaları topluyorum. Bulaşık yıkıyorum ve saate bakıyorum daha öğlen olmamış. İnternette takıl, YouTube da sörf yap derken öğlen vakti geliyor. Öğlen yemeği ye, gene internette takıl felan filan derken zaman akıp geçiyor bu sıralar. Hı, bu arada abimin üniversite ödevlerini de ben yapıyorum. Hani iş de hergün bakmıyorum. İnsanı daha da strese sokuyor.

Bakıyorum da, elde var sıfır. Hayatımı ne kadar da boş yaşıyorum. Geçen zamanın kıymetini hiç bilmiyorum, hiç! Düşünüyorum, ne yapmalıyım?

Kendime dair, hobilerim de yok ki. Haftada üç kez spora gidiyorum zaten. Şimdi Jeff adında uzun ince bir bey'den dersler almaya başladım. Onun dışında, üniversite arkadaşlarımı görmek istemiyorum, çünkü sadece işsiz olan benmişim gibi geliyor ve bu da bana utanç veriyor. Mezun olduğu okulun sadece %5'nin iş bulmakta zorlandığı bir hayattan bahsediyorum. Acaba kime ne kötülük yaptım.

Bazen düşünüyorum, diğer insanlara göre daha şanslı olabilirim. Sonra da soldan bir ses, Türkiye'de olsan iki cafeye gider insan yüzü görürdün diyor. Acaba Türkiye'ye mi gitsem? Ama şimdi de kış geldi, herkes okulda, işin de gücünde....

Hem istemiyorum artık sanki. Beni Türkiye'den soğuttu. Belki onu görmeyeceğim, ama ihtimalini düşünmek bile gözümden iki damla gelmesine yetiyor.

Bilmiyorum.
Anladım ki, ev hanımı olmak bana göre değilmiş. O kadar da kolay değilmiş.
Duvarlar ile konuşmaya başlamadan önce benim iş bulmam lazım.

Sağlıkla Kalın
Okumak istersen;
İzlemek istersen;

Amerika

Amerika'ya gelmeden önce buranın aynı filmlerdeki gibi olduğunu düşünmüştüm. Çoçukların sokakta afacan olduğunu sanıp herkesin ağaç evleri olduğunu tahmin ediyordum. Geldiğim de anladım ki, ne dışarı da çoçuk var ne de ağaçlarda evler. 14 yaşındaki bir velet için ne kadar da hüsran verici, değil mi? Ben artık katılmıyor olsam da, dışarıdan bakana Amerika hala çok merak edilen bir ülke. Gerek yaşamı, gerek zorlukları gerekse kültürü. Türklerin anlamadığı ama yaptığı o kültürü...

Hazır YouTube olayına girmiş iken, böyle bir video'ya değineyim dedim. Videoyu kesip biçerken milyonlarca yorum geldi gibi bir duygu vermiş olsam da, iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda yorum geldi sadece. 

Amerika'ya ilk ben 5 yaşında iken gelmişiz. 1 sene kalıp dönmüşüz. Ailem dönmek istemiş, beğenmemiş buraları. Evet evet, bu rüya ülkesini beğenmemişler. Sonra yıllar geçti ve tekrardan Amerika kararı alındı. Video'da da değindiğim gibi Green Card'lı olanlar en fazla 3 ay kendi ülkesinde kalabiliyor. Biz tam 9 sene 8 ay kalmışız. 10 sene sonra da Green Card iptal oluyor. Amerika da yaşadığımız her 10 sene yenilemeniz gerekiyor. Tabiki de herkes giremezsiniz desene de, kader değil mi? Polisin pasaportlara sonra da bize bakıp "Welcome to America!" demesi hala kulaklarımda çınlıyor.

İşte o zaman hayat hikayem başladı. Lise bana göre fena değildi. Filmlerdeki gibi kötü karakterli ve beni dolaba sıkıştıran çoçuklar ile karşılaşmadım. İngilizce öğretmeye çalışan öğretmen, Rus idi. Beni de çok severdi. Her bir işimin peşinden koştururdu, sağolsun. İlk geldiğim sene Türkiye ye gitmeyince, o gitmiş ve bana anahtarlık getirmişti. Beden dersin de hoca bana bir kaç kez üstümü değiştirmedim diye C verince, hocayla konuşup notumu düzeltmişti. Bir gün beni kızdırmıştı ve babamı çağırıp "Büşra çok inat, 1 haftadır benimle konuşmuyor." demişti. Facebook hesabım olduğu zamanlarda da fotoğraflarımın altına "çok güzelsin" yazan da o, bildiniz. Ah lise ah! Açıkcası hep liseyi Türkiye de okumak istemiştim. Olmadı. Bende o Türk dizilerindeki lise hayatına özenmedim desem yalandır.

Sonra geldi üniversite. Arkadaşım ile 2 sene aynı okuldaydık. Aynı dersleri aldık. O hemşirelik okumak istiyordu, ben de mühendislik. Ama ben aynı sınıfta olmak için ihtiyacım olmayan dersleri aldım. Arkadaşlıkta bunu gerektirir? Şimdi suratını gören cennetlik. Sevgilisi niyetine arkadaşlarını unutanları hiç anlamıyorum! Sonra ben okul değiştirerek endüstri mühendisliğini okudum ve bitti. İş bulmayı kolaylaştıran bir dua istiyorum....

İnsanların davranışlarına gelirsek, burada en ufak bir şey de teşekkür etmesini sonra da özür dilemesini iyi biliyorlar. Türkiye tatilinde Bakırköy - Taksim otobüsünden inerken şöföre teşekkürler demiştim de, suratıma bön bön bakmıştı.

İşte böyle.
En uzun yazımdı sanırım. Videoda uzun oldu gerçi.

İzlemek için;

Sağlıkla Kalın.


Dur!

"Stop making memories with the people you rather forget."
Her gün bu cümleyi okuyup, "ne kadar da doğru!" diyorsun bu aralar.
Yok bana şimdi bu cümleyi söylese böyle derim. Yok onu orada görsem böyle yaparım. Yok şu hareketine cevabım bu olurdu....
Hayatımdan birisi çıkmış ise, bir nedeni vardır elbet. Bırak orada da kalsın. Sahip olduklarım ile ben gayet mutluyum. Mutluyum.

- İçimdeki ben.

Ee, senden naber?

Selam.
Hala mezun ve işsizim. Nazara geldiğime inanıyorum. Başka açıklaması yok gibi. Şaka gibi. Bu konu hakkında günlerce konuşabilirim gibi....

Onun dışında hiç bir değişiklik yok.
Dün müstakbel arkadaşlarım ile piknik yapmaya gittik. Uzun süreden beri aklımdaydı. Millet taaaaaa nerelerden geliyor Central Park'a gidelim de, piknik yapalım diye biz burnumuzun dibinde gitmiyoruz diyerekten herkesi gazladım. Geçen cuma günü şuan aklıma gelmeyen bir nedenden dolayı gidemedik. Gün bu gündür deyip dün attık kendimizi sokaklara.

Sara makarna salatası yaptı. Ben sandviç yaptım ve Anthony'de geriye kalan atıştırmalıkları getirdi. Bu arada biz sağlıklı beslenmeye başladık ve spora yazıldık. Fit olmam gerekiyor artık. Ciddiyim.

Güzel bir gün oldu. Huzur doluydu.

Sanırım en son yazımdan sonra hayatımda olan aksiyon sadece bu kadardı. Dur bir düşüneyim. Evet, bu kadar.

Hııııııııııııı, birde ne var biliyor musunuz? YouTube videolarımın altına yorum yazan iki bağımsız kişi beni çok mutlu etti. Neymiş neden bu kadar az takipçim olduğumu anlamıyorlarmış. Anam ne mutlu oldum, sormayın.

Her ne kadar dünden kalan bu fotoğrafı instagrama daha koymasam da, buraya koyayım da, hatıra kalsın. Hemde fotoğraf bloglarda daha iyi oluyormuş. Instagram adımı da şuraya sıkıştırayım mı? Hihihihi. 
Saka şaka. Sağ tarafda mevcut zaten.


Sağlıkla Kalın.
Okumak istersen;
Izlemek istersen;


Çocukluk

İstanbul Beyoğlu doğumluyum ben. Çocukluğum İstanbul'da geçti demek istiyorum ama ne kadar doğru olur bilemedim. Cuma günü'nden hazır olan bir bavul kapı girişinde hep dururdu. Her cuma akşamı babam işten geldiği gibi Sapanca yolunu tutardık. O zamanlar oralarda herkes birbirini tanırdı. Kırkpınar'daki amcamın evinden Soğuksuya babamın teyzesine yürürdüm. Oradan babanemin evine Tepebaşına giderdim. Kırkpınar'da beni yolda görenler "Şinasi'nin kızı gelmiş. Bak ne kadar da büyümüş." diye söylenirlerdi. Hiç korkmazdım.

Etrafta yapılan sitelere yerliler çok sinirlenirlerdi. İstanbullular geldi. Ortalık 34 plaka araba kaynıyor derlerdi. Aslında bizim de arabamız 34 plâka idi ama, neyse.

Kırkpınar benim için farklı işte. Babam yeşil çam filmlerinin hep orada çekildiğini söyler. 

Geçenlerde New York'daydım. Washington Square Park'ın içinden geçtik arkadaşlarım ile. Sıcak bir gündü. Su akıtan bir figürün etrafında insanlar toplanmıştı. Sular içinde oynayan iki tane çocuk vardı. Yadırgadım ilk önce. Benim annem hayatta izin vermezdi öyle bir duruma. Sonra çocukluğum aklıma geldi. İlk defa gecelere kadar dışarda kalabildiğim Kırkpınar mesela. Onun ardından anneme buradayım deyip Beşiktaş bulvarından Nişantaşına çıktığım günler. Ne kadar da çok severdim. Hala da çok severim!

Ya 6. sınıftaydım ya da 7. O zamanlardan belliymiş maceracı olacağım. Özgürlüğü sevdiğim. Gerçi ben tahta masayı ve üstüne 3 tane tahta sandalyeyi koyup ve onunda üstüne çıkıp incir koparmaya çalışan bir insanım. Korkmazdım hiç.

Şimdi ise hayat çok farklı. Ah o çoçukluk yılları!
Bu yazı aslında buradaki çocukların çoğu istediğini yapabilmesi ile ilgiliydi. Malesef ki konu dışına çıktım. Üzgünüm.
Belki başka sefere?
Sağlıkla Kalın.
Okumak istersen;

Sevmiyorum

Özleyen, "özledim." desin mi? Evet evet, desin.

Özledim.

Polyanna olmasını çok severim. Ama sinirlenince de ağzımı açıp gözümü yummakdan kaçamıyorum malesef. Arkadaş arasında adımın dobra olmasını da sizden gizleyecek değilim. Ama gerçekten bazı konular var ki, bunların yapılmasından hiç hoşlanmıyorum. Amerikalılar buna "pet peeve" diyorlar. 

Mesela ben birisinin geç kalmasından hiç hoşlanmam. Eğer buluşmak için öğleden sonra 2'de adı lazım olmayan bir kafede buluşmaya söz vermiş isek, ben tam 2'de ya da daha erken orada olurum. Bekletilmeyi hiç ama hiç sevmem. Ki bu sebepten dolayı bende bekletmiyorum.

Zaman bu arkadaş, geri gelmiyor. Senin beni bekleterek zamanımı çalmaya ne hakkın var? Günah değil mi?

Neden insanlar geç kalmasını sever anlamıyorum. Böyle bir arkadaşa(arkadaşlara) sahibim ne yazıkki. Hele bir arkadaş var ki, hazırlanması en az 3 saat alıyor. Görünür de yaptığı bir şey de yok aslında. Eli yavaş diyeceğim o da pek doğru değil. Bir gün oturup, ne yapıyorsun sen diyerek psikolojisine bile inmeye çalıştık. Değişti mi? Hayır. İnsan 7'sinde nasılsa 70'inde de öyledir diyerek, Atalarımız zaten bize selam çakmış.

Anladım ki, büyüklük gene bende kalmalı. Onları da öyle kabul ediyorum. Kabul etmeyi öğrendim. 

Haydi durma sende haykır, seni en çok ne sinir eder?

Sağlıkla Kalın.
Okumak istersen;
İzlemek istersen;

Zamanla Anlıyor İnsan


Pembe bulutlardan inildiğinde, hayat gazete kağıdı ile silinmiş cam gibi parlıyor. Önüne geçip bakıldığında ufuk açık ve net gözüküyor. Olmazsa olmaz diye nitelendirdiğimiz kişilerin/hobilerin/etkinliklerin/davranışların aslında olmadan da çok güzel bir şekilde yaşandığı bir hayattan bahsediyorum. Peki abarttım. Olmadan da "dayanılabilir" bir şekilde yaşandığı bir hayattan bahsediyorum.

Sanırım insan hayatında herkesin adım attığı ve yaşadığı bir dönem noktası oluyor. O saatten sonra iniliyor o bulutlardan ve hayat işte o zaman başlıyor. Bu dönem noktasını sınırlandırmak istemiyorum çünkü kimsenin hayatı bir başkasınınkine eş değer değil. Lakin örnek vermek gerekirse, bir aşk yarası ya da hırs olabilir. Olgunlaşmakta bunun cabası.

Zamanla anlıyor insan.

"Çocuğum her gün fast-food yenmez." lafının önemini. E sağlık dede kapıyı ya çalacak ya da çalmış oluyor o anda çoğu zaman.

Zamanla anlıyor insan.

Anı yaşamanın aslında stres ve ruh hali için su gibi değerli ve bir içim olduğunu.

Ve yine zamanla anlıyor insan.

Vazgeçmek zorunda olduğu kişilerin olduğunu.

Bunların çoğu yıllar geçtikçe gerçekleşiyor. Yıllar geçtikçe bir şekilde öğreniliyor. Yıllar geçtikçe yıllar önce verilen öğütlerin ne kadar da değerli olduğu anlaşılıyor. Bakıyorum da iki tür insan var çevremde. Biri bunların hala farkına varamamış ve olgunluğa erişememiş diğeri ise hayatı elleri arasına yavaş yavaş almaya başlayan ve bir takım işler yapmak için koşturan kişiler. Ben bu iki tür kişileri de yakından izliyorum. Hayatı ayakları altına alan kişilerin mutluluklarına ortak olmak ve ufuk çizgisine zamanla erenlerin nasıl ayakta durduğunu görmek için.

Hayatın ilacı zaman. Unutmamak lazım ki

Zamanla anlıyor insan.

"Ben bunu istiyorum, olsun, olmalı." değil de "Hayırlısı ise olsun, olur." demenin verdiği huzuru.

Sağlıkla Kalın,

Okumak istersen;
İzlemek istersen;

Selam


Selam canım, amcanım.


Boston'dan döneli iki gün oldu. Arkadaşın evi rahattı, güzel vakit geçirip, yeni yerler keşfettim. Lakin eve geldiğimdeki rahatlık bir haftalık tatil de mumla aranacak değerdeydi. İnsanın evi gibisi yok arkadaş, bunu anladım.

Evimin ve arabamın kokusunu özlemişim. 

Boston'da genellikle müzeleri gezdik, akvaryuma gittik, ve meşhur olan restaurantlarına gittik. 
Ve ne yalan söyleyeyim, her gün dışarıda yemek yemek de bir zamandan sonra bıktırıyor. Hiç öyle her gün pizza yesem sıkılmam demeyin. Yemezler!

Bu arada diplomam da geldi. Sonunda! Her gün "acaba göndermeyecekler mi?" ya da "gerçekten mezun olmadım mı yahu?" demekten vazgeçtim.

Bilmiyorum, duydunuz mu ama Amerika'nın en büyük özel şirketlerinden birisi Wal-Mart adında bir firma. Sebze/meyva, kıyafet, teknoloji, makyaj, ev eşyaları yani aklınıza gelen her ürünü ucuza satan bir mağaza. Üniversite arkadaşlarım ile endüstri mühendislerinin buluştuğu toplantıya katıldığımız da orada çalışan 3 kişi ile tanışmıştım. Beni ertesi gün görüşmeye çağırdılar. İlk mülakatı geçtim. Ikinci mülakat için de şehir dışına Arkansas'a yolladılar. Cevaplarını bekliyordum ve Boston'da iken aradılar. İşe kabul olmamışım. Ne yalan söyleyeyim çok da üzülmedim. Çünkü hayırlısı ise olsun diye dua etmiştim ve demekki hayırlı değilmiş. Yaradanın bir bildiği var, eminim.

Keşke sebebini sorsaydım. "Peki, teşekkürler." deyip kapattım telefonu. Sonradan gelir aklıma hep. 

Anlayacağınız hala işsizim. Pamuk eller klavyeye, başvurular beni bekliyor.

Sağlıkla Kalın. 

Okumak istersen;
Guzellikleri Gorememek
İzlemek istersen;
New York City ve Bryant Park

Gidiyom Ben

Bu aralar canım heryere gidip gezmek istiyor. Mezun olduktan bir kaç gün sonra Nashville, Tennesse'ye gittim. Döndükten bir kaç hafta sonra Bentonville, Arkansas'daydım. Yarın da 5 günlüğüne Boston, Massachusetts'e gidiyorum.

Bu aralar canım seyahat çekiyor. En sıkı olanından.

Döndüğümde iş başvurularına başlamam lazım. Beklediğim şirketten 3 hafta (neredeyse 4 olacak) iyi yada kötü bir haber gelmedi. Mailime de cevap yazmadılar. Anladık, Amerika'nın en iyi şirketlerinden birisin. Ama beni bu kadar bekletmeye hakkın yok. Profesyonellik bunun neresinde?

Mezun ama hala işsizim.

Sağlıkla Kalın.

New York City Gezisi


Geç mi oldu? Yok canım.
Zaten geç olsa bile pek de çok kişinin umrunda olduğunu düşünmüyorum. Amaç benim mutlu olmam.

Be Happy, dostlar!

Neyden mi bahsediyorum? Tabiki de New York gezimin ikinci bölümünden. Birinci bölüm için; bakınız. İzleyiniz.
Birinci bölümde MetLife Stadyumu, Lincoln Tüneli ve Times Square vardı. Bu bölümde de ucundan kıyısından bir çok yer var. 

Bryant Park ile giriş yapmak istiyorum. Video'da sessiz sakin dedim ama pek de öyle değil. Yani, burası New York, ne kadar sessiz olabilir ki? Lakin gerçekten huzur bulmak için gelinmesi ve insan seyretmesi çok hoş olan bir yer. Sıkıca bir tavsiye ediyorum.

Daha sonra Rockefeller Center'ıönünden geçtik. Boş yere turist kaynayan yerlerden. Kışın buz pateni, yazın da kafelerin olduğu bir alan.

Nedense şuan bu yazıyı yazmakta çok zorlandım. Belki de bana normal ama görmeyenlere ilginç gelebildiği için. Ama her bir yer için söylenecek çok birşey yok. Sadece çevresi güzel, binaları instagranmaya değer, o kadarcık. 

Cık cık cık. Ayşe sen bu oyundan çık.

Metropolitan Sanat Müzesi konuşmaya değer ama. Yiğidi öldür, hakkını yeme demişler. Burası Dünya'nın en büyük müzelerinden bir tanesi. Central Park'ın hemen yanında bulunuyor ve içinde hemen hemen her ülkeden ürünler var. Parayı verip aldılar, tabi. İlimunatı bunlar, söylemedi demeyiniz. 

Hahahahaha. Kafa gitti. Daha fazla saçmalamadan, size iyi seyirler!


Üçüncü bölümde bulaşmak üzere.
Sağlıkla Kalın. 

Okumak istersen;

Hakkımda Bilmediğiniz 11 Şey

Bu aralar evde 7/24 yatıyorum. Keyif sürüyorum kısacası. Sadece derin derin düşüncelere dalarak zaman geçiriyorum. Bloğa da girmemem bu sebeptendir. Bazen oluyor bana öyle. Neyseki geri döndüm. 

İşte geldim buradayım!

Bu mim'de bana ilaç gibi geldi. Benim de bu mime ortak olmamı isteyen bu iki güzel insana şuradan ve buradan ulaşabilirsiniz. Her ikinizin sorularını da birleştirdim, lakin malesef ki soru 11 tane ve birinizin bir sorusu diğerinden fazla oldu. Affına sığıyorum.

Şimdi gelelim sorulara!

1. Tüm paranı neye harcasan asla pişman olmazsın?
Açıkcası ben çalışıp kazandığım paramın yarısından çoğunu yemeğe harcıyorum zaten. Ve bu durumdan hiç de hiç pişman değilim. Gelin birlikte yiyip harcayalım.

2. Küçükken; 'ne olmak istersin' sorusuna verdiğin cevaplar?
Kendimi bildim bileli öğretmen olmak istemişimdir. Annem hep "sen öğretmeyi bilmiyorsun. Ya sen çoçukları ya da çoçuklar seni döver." dese de öğretmenlik kutsaldır.

3. Bir gün boyunca aç kaldınız (Ramazanda olduğu gibi ) ilk ne yemek isterdiniz ?
Yemek yemesini seven bir insanım. Lakin her önüme koyulduğunu yemem. Çok seçerim. Bütün gün aç kalırsam eğer, ki şuan açım, ilk aklıma gelen İskender oldu. Evet evet, iskender. 2 senedir yemedim.

4. Bir dalga olsaydınız nereye vururdunuz ?
Her Lazuri Bozo (Laz Kızı) gibi atın beni Arhavi sahillerine. Gerçi şimdi sahilde kalmadı ama, neyse. Konumuz bu değil. 

5. Issız bir adada kalsanız yanınıza alacağınız 3 kisi ?
Zor bir soru. Aklıma ilk gelen uzun süredir arkadaşlık yaptığım (belki vloglarımdan görmüşsünüzdür) Sara oldu. Beni güldüren insanlari seviyorum. Daha sonra adadaki hayatı bilen ve oradaki yaşama alışmış bir kişi bulup, onu çağırırdım. Son olarak da olmayan eş'i alsam olur mu? 

6. Öfkelenince nasıl sakinleşirsin?
Öfkelenmek benden uzak. Lakin sinirlerim bozulunca ağlıyorum. Gizli gizli 

7. Asla giymem dediğiniz renk hangisidir ? Neden ?
Dünya da asla dememeye özen gösteriyorum. Yarınımız hiç belli değil. İnsanların "asla" dediklerinin nasıl asla olmadığını gören, hisseden ve yaşayan birisiyim. Ama sarı rengini sevmiyorum, arkadaş!

8. Hayatında yaptığın en deli saçması ve eğlenceli şey nedir?
"Benim bulunduğum her yer eğlenceli." demeyeceğim. Hihihihi. Zipline yapmıştım diyeyim o halde. 

9. Ölmeden önce yapılacaklar listesine eklediğiniz 3 şey ?
Dünyayı gezmek. Adneralin namına olan çoğu etkinliği yapmak. Bir Müslüman olarak eş ile (olmayan) imanın 5 şartını en iyi şekilde yerine getirmek. 

10. Uzun gece yolculuklarını mı kısa gündüz yolcukları mı?
Yolculukları severim. Hayal kurmam ve düşüncelerime boğulmam için bana büyük bir fırsat. Uzun gece yolcukları deme hakkımı kullanıyorum. 

11.Yerde 50 TL bulsanız ne yaparsınız ?
Yerde bulduğum parayı almıyorum. 

Okuduğunuz için teşekkürler!
Yapmak isteyen her bir bloger arkadaşımı mimliyorum. Eğer yaparsanız da bana haber vermeyi unutmayın. Benim sormak istediğim sorular şu şekilde;

1. Şuan ki kişiliğini oluşturmanda sana ışık gösteren kişi kimdir?
2. Karşındakinde ilk farkettiğin özellik nedir?
3. Arkadaşların ile toplu buluşmayı mı yoksa tek tek buluşmayı mı tercih edersin?
4. Unutamadığın bir anını anlat.
5. Kendinde değiştirmek istediğin huyların nelerdir?
6. Şuan kapını çalıp, dilenen bir dilenciye nasıl tepki verirsin?
7. Aşk mı para mı?
8. Her hangi bir dil öğrenme şansın olsaydı, bu hangi dil(ler) olurdu?
9. Yıllar geçse de üstünden ben bu şarkıdan vazgeçmem dediğin oldu mu?
10. Senden başka diğer insanların yapmadığını düşündüğün bir şeyi söyle.
11. Hayalini ettiklerin neler? 

Sağlıkla Kalın.

Okumak istersen;
Adrenalin ve Sen

Birisi Times Square mı dedi?

Keşke bugün de hava o günkü gibi olsaydı. İnsanın hava durumuna göre ruh değiştirmesi de ayrı bir konu aslında. Neyseki bugünkü konumuz bu değil. Bugünkü konumuz yeni bir vlog ile alakalı!


Evet evet, ben bu işe koyuldum. Hadi hayırlısı. 
İlk vloğumdan sonra blog yazımda (bakınız) nereye gitmeliyim diye sormuştum ve New York City tabiki de ilk akla gelen oldu. Durum bu halde olunca, hemen Sara'ya mesaj attım ve New York'a gidelim dedim. 

Uzun zamandır gitmediğimiz için de, kabul etti ve biz üç silahşör yola koyulduk. Üç silahşör çünkü gitmeden bir gün önce (aslında onun da vloğu var ama pek beğenmedim) Anthony ile takılıyorduk. Kambersiz düğün tabiki de olmaz diyerekten onu da aramıza aldık. 
Bütün bir günü ben ve arkadaşlarım New York'da geçirdik. Times square, Central Park, Subway, Met Müzesi, Çin Mahallesi ve daha bir çok yerdeydik. Ayaklarıma kara sular indi. Gerçekten. Ama halimden memnumdum açıkcası. 

Video çok uzun olduğu için dort video halinde yayınlayacağım. Ve her bir vlog'da geçen olaylar hakkında bir yazım olacak.

Ilk olarak Metlife Stadyumundan bahsedeyim. Metlife stadyumunda sezonuna göre Amerikan futbolu, futbol, beyzbol ve konserler gibi aktiviteler oluyor. Fenerbahçe ve Galatasaray gibi Amerika'nın da Giants ve Jets adında spor takımları var ve bu stadyum onlara ait. Ve NFL'de en büyük stadyum olarak biliniyor. Nerden mi biliyorum bunları? Google değil, ben aslında burada çalıştım. Kış ayları boyunca pazar günleri buradaydım. Pazartesi - Cuma okul, Cumartesi ve Pazar da iş. Meşgul olmayı sevdiğimi söylemiş miydim? Aslında ben Oğlak burcuyum, degerli okuyucum. 

Hemen sonra konusu geçen Lincoln Tüneli. Video'da da bahsettiğim üzere bu tünel Hudson Nehirinin altında ve New York City ile New Jersey'i birbirine bağlıyor. Pek uzun değil, korkmayın. Lakin siz siz olun, New York'a asla şahsı arabanız ile gitmeye kalkmayın. Otobüs yolu farklı ve bu nedenle eğer otobus ile 15 dakika da orada oluyorsanız, araba ile 1-2 saat olacaktır. Abartmıyorum. 

İşte beklediğiniz o yer! Times square. Adı çıkmış 9'a, inmez 8'e. Gündüzü bir ayrı güzel, gecesi bir ayrı. Cıvıl cıvıl, eğlencenin kesilmediği aynı zaman da para yapmak için sizi sürekli durduran çalışanlar ile dolu. 

İstanbul'da yaşayanlar için Bakırköy meydan da her iki dakika da bir birilerinin "İngilizce öğrenmek istermisiniz?" diyerek sizi durdurmasını gözler önüne getirin. Işte tam o!

Umarım beğenirsiniz.

Bana yorumlarınızı, görüşlerinizi ve daha nereleri görmek istediğinizi bildirmeyi unutmayın!


Video'yu izlemek icin;

Sağlıkla Kalın.

Sosyal Medya

Daha önce yazdığım yazılarımın satır aralıklarına dikkat ettiyseniz eğer, benim de sevgisini göstermekte zorlanan hatta hiç gösteremeyen o güzel insanlardan olduğumu anlamışsınızdır.

23 sene böyle geçti ve geçmeye devam ediyor. (Yolun yarısına ramak kaldı. Vay be) "Eee, bize ne?" diyorsan şuan, bu konunun derinliklerine inmemin nedeni bugün yazacağım konu ile bağdaşması.

Anlamıyorum. 
Anlamıyorum neden insanlar anneler veyahut babalar günün de sosyal medya adresi olmayan ebeveynlerinin fotoğrafını koyup, altına destanlar yazar. Doğum günlerin de onları ne kadar çok sevdiklerini, en güzel anılarını, onlarsız yaşamayacığını dile getirir. Ama bu insan bilmiyor mu, doğum günü kişisinin istagram hesabı yok ve o güzelim yazıları göremeyecek? 

Düşündüm ve kendimce bir kaç neden buldum.

1. Ilk neden trend olması. Türk milleti zekidir. Türk milleti çalışkandır. Lakin sosyal medya hayatına gelince nereden geldiğini unutuyor ve kim ne yapıyorsa onu yapmaya başlıyor. Her kimse bu oyunu başlattı ve arkasından köprüye atlayanlar hala devam ediyor.

2. Belki bu insanlarda benim gibi sevgilerini dile getiremiyor ve sosyal medya hesapları ile söylemek istediklerini söylüyorlar. Belki de utangaçlığı bu şekilde yeniyorlar. 

3. Bak ben çok mutluyum edası vermek olabilir. Sonuçta instagram'da ki gösterilen hayatın gerçek hayattan çok farklı olduğunu eminim çoğumuz biliyoruzdur. Dürüst olmak gerekirse ben bile aynı gün fotoğraf yüklemiyorum çoğu zaman. Aklıma ne zaman eserse, canım ne zaman isterse daha önce çektiğim fotoğrafları koyuyorum. Gerçi bu benim hayat felsefem.

Ben genellemenin dışında olabilirim. Bilemiyorum. 

Ben bu insanlardan biri hiç olmadım. Eğer siz yaptıysanız, altında yatan gizli anlamı bilmek isterim. 
Ve kendimi ele vermem gerekirse, bu yazıyı yazmamın bir başka nedeni de bugün annemin doğum günü olması. Hihihihihhi.

Sağlıkla Kalın.

Okumak istersen;
Izlemek istersen;

O Gün Bu Gündür

Arkadaşımın gazı ile blogger oldum. Halimden memnunum gerçi. Bir sıkıntım yok çok şükür. Ama ben bir vlogger olmak istemişimdir hep. Çünkü ben YouTube'da vlog çekenleri severek istiyorum. Ne yaptıkları, ne yapacakları, hayatlarını nasıl geçirdiklerini görmek hoşuma gidiyor.


İşte o gün bugündür diyorum. (Aslında dün)

YouTube'a bir vlog koydum. Amacım çevremi göstermek aslında. Yavaş yavaş alışacağım bu duruma. Belki New York/New Jersey bölgesinde görmek istediğiniz yerleri, restaurantları ya da müzeleri bana söylerseniz, ben oraları ziyaret edip vloglayabilirim. Bence güzel fikir. Sizce?

Mail adresim sürekli yanı başımda. Ve "bir mail gelse de, gelen kutumda dursa." diye bekliyor.

Bana vereceğiniz her türlü yoruma açığım. Dediğim gibi ben bir çırak. Ustam ise sizler. 


Video'ya gelirsek bir kaç anlatmak istediğim konu var. Birinci olarak "empanada" kelimesi geçiyor. İspanyol mutfağından içinde kıyma ya da patates olan poğaça türü atıştırmalığa empanada deniliyor. Ikinci olarak da Amerika'da doğum günleri olduğunda doğum günü kişisine yaşı kadar omzuna yumruk atılıyor. Bu adeti ne siz sorun ne de ben tarif edeyim. 

Sanırım şimdilik bu kadar.

Video'yu izlemek icin:
Vlog - Amerika'da Bir Gun

Sağlıkla Kalın.

Güzellikleri Görememek

Dilim de tüy bitti. Gerçekten. Cidden. Hep diyorum ama dinleyen yok. Dinliyormuş gibi yapan çok ama.
Arkadaşım, mutlu olmak için mutlu düşünmek gerek. Nasıl bu hayatta kalabilmek için su içip yemek yememiz gerekiyor ise, mutlu olabilmek için de mutlulukları görmemiz gerekiyor. Dünya'nın kanunu bu. İster inan ister inanma. 

Bulutlardan inip güzelliklere gözlerini açmak gerek. Biliyorum, herkesten duyduğun bu. Ama bir kere denedin mi? Şans verdin mi bu olasılığa? 

Karga b***** yemeden uyandın mı hiç? Dinledin mi kuşların birbirleri ile muhabbetlerini?

Tek başına bir yolculuğa çıkıp kafanı dinledin mi hiç? Düşündün mü neden olaylar bu şekilde gelişmiş? Nerede yanlış yapmışsın? Emin ol, her zaman iki taraf suçludur.
Deniz kenarına inip, o masum sesi dinleyip huzur buldun mu hiç? Spotify'da boşuna binbir tane su sesli albüm yok. Adamlar işi biliyor. Onlara güven.

Etrafındakilere onları ne kadar çok sevdiğini söyledin mi hiç? Birazcık da o yanını göster. Birşeycık olmaz. Bana da güvenebilirsin. Gerçi bu madde de ben de zorlanıyorum ama, neyse. Konumuz bu değil. Hocanın söylediğini yap, yaptığını değil demişler. 

Eğer hepsini yaptım ve gene de mutsuzum diyorsan. Bir yerler de bir yanlıştık yapıyorsun. Saydığım maddeleri tane tane oku ve yenilerini ekle.

Bazen kendimi Güzin abla gibi hissediyorum. 

Sağlıkla Kalın.

Okumak istersen;
Bebek Konusmalari

Çilekli Dondurma


Uzun bir aradan sonra ilk defa otobüse bindim bugün. Her zaman olduğu gibi bugün de kulaklığımı takıp müzik dinliyormuş edası verdim kendime. Şoförün arkasındaki yan oturulan koltuklara oturmuştum. Hayal dünyam ile bütünleştiğim tam o sırada karşıma oturdu.

30'lu yaşlara yavaş yavaş merdiven dayamış zenci bir erkekti ve bir bina da işçi olarak çalıştığı giydiği kıyafet ve yaz sıcağında ayağında olan Timberland Cat botlarından belliydi. Ama bunlar bu yazının sebebi değil. Bu yazının sebebi elinde bir külah dondurma ile otobüse binmesi. Değiştiriyorum. Elin de, çilekli bir külah dondurma ile binmesiydi.

Kafamın üstünde bir bulut belirdi ve "Erkekler genellikle çikolatalı ya da vanilyalı tadlardan hoşlanmaz mı?" diye düşündüm. Babam çikolatalı sever, abim ne bulursa onu yer mesela. Yadırgadım. Ben daha önce hiç bir erkeğin "Çilekli olsun." dediğini duymadım. 

Sonra daha çok düşündüm. Neden sevmesin ki? 
Doğduğumuz günden itibaren halk tarafından bazı köşelere itiliyoruz. Halk pembe rengini kız için, maviyi de erkek için seçmiş. Yeni doğacak kız evladına pembe hırkalar örülür, pembe ayakkabılar alınır, odası pembeye boyanır. Konuşmaya başlayıp renkleri öğrenene kadar da bu böyle gider. 

Sorun da tam burada işte. Dünya'nın öyle bir döngüsü var ki, herkes birbirine uyum sağlamaya çalışıyor. Yalnızlıktan korkuyorlar. Tutabildikleri taşlara sımsıkı sarılıyorlar. 

Hayat bu şekilde devam ederken, herkesin ağzından çıkan kelime aynı. "Herkesleşme"
Kızların ve erkeklerin yapabilecekleri işler bu kadar sınırlanmış iken ne demek herkesleşme? Uçabilme kabiliyetini (en azından şimdilik) edinemeyeceğimizi sende bende gayet iyi biliyoruz. 

Beni düşündüren kişileri seviyorum. 

Sağlıkla Kalın.

Okumak istersen;
Uzaklardayim

Ben Küçükken


Ben küçükken adrenalin seven bir çoçuktum. Etrafımdakilerin bana "erkek Fatma" diye hitap edişi hala kulaklarımda. Ağaca tırmanmasını çok severdim mesela. Çardağın tepesine çıkıp kiremitlerin de oturmaya bayılırdım. Sokaklar da yürümesini çok severdim. Şapkayı kafamdan çıkartmak çok zor olurdu. Pantolonumdan da zincir eksik olmazdı. 

O zamanlar "Blue" grubunu çok severdim. Duvarlarım da posterleri vardı. En çok da Duncan'a bayılırdım. Ne de yakışıklı gelirdi gözüme. İtiraf etmeliyim ki benim ilk MSN adresim duncan-busra idi. 

Bizim ev de bir bavul her cuma günü kapı da olurdu. Her cuma akşamı Sapancaya gidilir, pazar akşamı da dönüş yolu başlardı. Eğer cuma günü geç gidilirse, babanem "neden geç kaldınız?" diye kızardı bize. Ben Sapanca'yı köy olarak bildim. O zamanlar herkes birbirini tanırdı. Topumu aldığım gibi basketbol oynamaya giderdim. Hala kısa boylu oluşumu ne siz sorun ne ben söyleyeyim. 


Yolda "Şinasi'nin kızı gelmiş." diyen herkes ile konuşurdum. Başımı okşarlardı. Babana selam söyle deyip de gönderirlerdi beni. Kırkpınar'dan Soğuksuya oradan da Tepebaşına yürürdüm. İlk defa ben Sapanca da gecelere kadar dışarı da kaldım. O zaman oralar çok masumdu. Şimdi İstanbulluların mekanı olup, yazlık evleri ile doldu. Büyük dede evinden ağaç, taş ve toprak görmek yerine havuz su sesleri duyuyoruz artık...

Anlamıyorum

*Insanların iki yüzlü oluşuna anlam veremiyorum. Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün!


*Bazı kişilerin bilmedikleri yemekleri zevkle yemelerine anlam veremiyorum. İçinde ne olduğunu bilmeden asla o yemeği tadamam!

*Mantarı seven insanlara anlam veremiyorum. Ne tadı var ne tuzu. Lastik ile eş değer!

*Sabahlara kadar oturan genç kardeşlerime anlam veremiyorum. Uykudan değerli ne var, arkadaş? Saat 10 yatağa kon!

*Bencil ve cimri insanlara anlam veremiyorum. Sen gönlünü aç, yeter. Bil ki Allah sana iki katını verir!

*Hiç bir şeyi umursamayan insanlara anlam veremiyorum. Umursamıyor görünüyor da olabilir, bilemiyorum. 

*"Para uğruna dostumu vururum." diyen insanlara anlam veremiyorum. Hiç mi yüreğin sızlamaz?

*Başkalarının inançlarına saygı duymayan insanlara anlam veremiyorum. Hiç bir zaman Dünya bir düşünceye ait olamaz.

*Trafikte kırmızı ışığın yeşil ışığa donüşmesini beklerken, ışığın yeşil olduğu o saniye de kornaya basan şoförlere anlam veremiyorum. Benim gaza basmam senin kornaya basman ile aynı saniye!

*Karnımın aç oldugu zamanlar da, dünyayı yiyebilecek duygusuna sahip olusuma anlam veremiyorum.

Sağlıkla Kalın.

Okumak istersen;