Yeni bir Mesaj!

Lise yıllarımdan beri Youtube'da video izlemeyi çok severim. Makyaj olsun, güzellik adına olsun, saç olsun hiç farketmez. Yapıyor muyum diye sorarsanız tabiki de hayır. Ama hani birşeyler öğreniyorum ya, o yetiyor bana

Gitmesek de görmesek de bizim köyümüzdür hesabı

Ve sanırım tembellik içime işlemiş artık. Biraz daha uyuyabilmek için, evden dışarıya kendimi nasıl attığımın pek de bir önemi yok gibi

Çok severim bitenler videolarını ben. Ya da bu ay favorilerim. Sonuçta o ürün hakkında bana verilen bir bilgi var. Kaçırmak olmaz, değil mi? Yok yok, tabiki de olmaz.

Yeni blogger hayatına katılan ben, bunların blog'lar da da olduğunu keşfettim. Açıkcası daha önce açtığım ilk blog, üniversite yıllarımın ilk senesinde olup, makine parçalarını tanıtmak içindi. Şimdi keşfetmem bana göre doğal 

Neise diyorum ve konuma dönüyorum.

Bu bahsettiğim ay'lık yazılanlar güzellik adına sadece ve bende biraz değişikliğin zamanı geldi diyerekten, kendimce bir sürüm başlatıyorum.

(Kendimce. Kendi çalar, kendi oynar. Amaaan, bende böyle mutlu oluyorum işte)

Canımlı Cicimli Bir Pazar Günü

Her ne kadar "Bugün hafta sonu, bütün gün uyuyacağım." desem de, hafta içi erken kalktığım için hafta sonu da erken kalkmak boynumun borcu oluyor her seferinde.

Bugün de erken kalktığım günlerden biriydi. Çok da erken değil aslında. Sabah 8:08'de uyandım. Telefonu mu aldım hemen ve geçtim ben uyurken neler olup bitmiş diye bakmaya.

Aradan biraz zaman geçti, annemin telefonuna Tango'dan mesaj geldi. Tabi meraklı ben, hemen atladım. 

"Nasılsın Neşe halacım :)" - sümüklü, kıskanç kız

Cım ne şimdi? Oda ne? Bir de gülen surat. Bir de hala. O senin halan değil bir kere. Yani azıcık bir yerden halan olabilir ama, dıdısının dıdısı gibi bana

Zaten sevmiyorum kendisini (sorun onun beni sevmemesi aslında), birde cım takısı koymuş. Sinir oldum tabi. Anneme verip telefonu "Sonra mesaj at" dedim hemen.

Beni tanıyanlar çok iyi bilir, ben hayatımda hiç bir zaman "bebeğim, tatlım, canım cicim" laflarını kullanmadım.

Bir kere söylesem utanırım...

Bügünkü Mutluluk Nedenim

Bugün bloğum tam 21 günlük.
Yeşermeye çalışan, benimle birlikte büyüyen küçücük bir blog.
Ve bugün farklı bir konu ile buradayım.
Belki soyut değil ama beni musmutlu etti bu konu.
Çünkü ben bugün bir ödül aldım :)
Daha "mimlenmek" nedir bilmiyordum ama o ödül yazılarını görünce de "Keşke bende mimlensem" demeden edemedim açıkcası.
Ve bu sabah uyandığımda o cümle ile karşılaştım"....bende bir ödülün var." 

Ah ne kadar da mutlu oldum, hemde ne kadar, bir bilsen Karalamacalarım

Tamam tamam, çok uzatmıyorum. Herkesin artık ezberlediği kurallar hemen burada;
        • Ödülün fotoğrafını yayınlamak
        • Ödül veren blogun bağlantısını eklemek
        • 15 bloga bu ödülü dağıtmak
Kişi listeme bakılırsa, 15 kişi zor çıkacaktır çünkü çoğu kişi minlenmiş zaten. Onun yerine dolduramadığım listeye, bu yazımı gören ve mimlenmeyen herkesi davet ediyorum.

Ve küçük bir şey daha eklemek istiyorum, blog altlarına bir iki cümlelik, o blogda hoşuma giden şeyleri yazıcağım. Haydı baslayalım o halde;

Ah şu Annelerimiz!

Normal insanlar genelde çileği, muzu, elmayı ya da eriği sever. Ben limonu seviyorum. Limon tadı hoşuma gidiyor işte. Ekşi ama olsun, onun da farkı o. Bugün kendime limonlu su yapayım dedim. Hep yaptığım içeçekler arasında aslında. Hem kolay, hemde zaman almayacak birşey. Bak gördün mü, canım çekti gene. Eve gidince hemen biraz daha yapmalıyım

Evet, konum neydi? Şimdi hatırladım. Bugün annem limonlu suyumu yaparken gördü beni ve o malum cümle çıkıverdi ağzından
"Limonlu su mu içiyorsun sen gene? Zayıflamaya çok ihtiyacın var da"

Her ne kadar ben zayıflamak için yapmadığımı söylesem de bir türlü inandıramadım. Ama zaten annelerimiz hep böyle değil midir?

Her birşeye kulp bulacaklardır. Bulmazlarsa olmaz zaten. Yatağı toplama şeklim hep yanlış. Bulaşıkları kuruması için dizme düzenimden bahsetmiyorum bile. Ya da pimpirik ben, kimsenin bardağını kullanmayayım diye, her bir köşeye bana özgü bardak bırakmamdan çok olay çıkar mesela. 

Sanırım bu sonuncusu olmadı. Kabul ediyorum, bazen benim de suçum yok değil hani. 

Ve anlıyorum, aslında maksat "evlenince bana kolay olması" ama...ama işte 
Aklıma geldi şimdi bir de annemin "ben senin yaşındayken..." diyip başladığı ve 10 dakika süren mini hikayeleri hiç eksik olmaz
En merak ettiğim şeylerden birisi de, acaba ileri de bende annem olacak mıyım?

Yıldızları Birlikte Yakalayalım

Konuşmaya başladıktan hemen sonra sizi soru yağmuruna tutan bir akraba sanırım her aile de vardır. O malum soru hiç es geçilmez. Her seferinde ve sizi her gördüğü yerde sorar ve sizden farklı cevaplar vermenizi bekler o sevilesi biricik kişi. 
"Sen geçen sefer doktor olmak istememişmiydin?"

Evet evet, tam da o soru işte. Büyüyünce ne olmak istiyorsun?

Birden kendimi hatıralarım ile boğulurlarken buldum. Ananemin "doktor olda, bize iyi bak" demesine mi yanayım, yoksa tanımadığım teyzelerin "dili yokmuş bu kızın heralde" dediğine mi bilemedim doğrusu

Oysa ne güzel zamanlardı. Zamanlarmış aslında..Eve geldiğimde o maviş önlüğümü çıkartmadan, hemen ödevlerime başlardım. Masada çalışmayı da hiç sevmezdim, atardım kendimi yerlere. Babam işten gelince de hemen ona okulda olanları anlatırdım. Rüya'nın kim olduğunu bilmezdi, görse tanımaz yani, ama o kızın aldığı notlar benim çok konuşmam sebebiyle evde hep tartışılırdı. Yaktın beni Rüya!

Ve o zamanlar ben öğretmen olmak istemiştim. Öğrencileri olan, herkesin sevdiği bir matematik öğretmeni. Neden herkes zorlanıyordu ki o derste? Herkes burun kıvırıyordu, ve bende bu nedeni anlamaya çalışırdım.Orta okulun son demlerinde ingilizceye olan yeteneğimi keşfettim, ve ingilizce öğretmeni olmaya karar verdim.Matematik de zorlaşıyordu zaten. Hala öğretmenlikti peşinde koştuğum ama. Zaten annemde "bir bayan için en iyi meslek öğretmenlik." diyordu hep. İstediğimi bulmuştum tam da.

Ama olmadı. Olmadı işte...Hayat savurdu beni uzaklara. Belki de hep olmam gereken yere 

Unutmak En Iyi Arkadaş

Bazı insanlar ilk aşk, bazıları da son aşk unutulmaz der. Bazı insanlar sevmekten hoşlanır, bazıları da sevilmekten. Ve bazısı gülüp eğlenmek ile unutmaya çalışır o terkedip giden aşkı, geriye kalanlar ise Sezen Aksu dinleyerek...

Aslında ne kadar da farklı insanlarız değil mi? Beş parmağın beşi de bir değil gerçekten. Zaten neden olsun ki? Hayat geçermiymiş öyle hiç 

Ben "unutmak" kelimesini en iyi arkadaş edindim. Yaptıklarımı doğru bulduğum için yapıyorum elbette. O da eminim aynısını düşünüyordur. Eminim o da, "bu kız çıldırmış olmalı!" diyordur içinden ve elbette onunda kendine göre bir nedeni vardır.


Evet evet, sorun da tam orada aslında. Unutmak nasıl bir arkadaş ki? 

Ve biz bu farklılıklarımızı bilerek, o kişiyi bize uygun olması için eğitiyoruz. Eğitimden geçerse, bir level yükselebilir. Çok değil, sadece bir levelcik. Geçemiyorsa ise, onu kurtarmaya gelen bir prenses yok. Çünkü o prenses kendi hayat fasa fisosu ile çok meşgül.


Acaba o çirkin kurbağa leveli geçip, yakışıklı bir prens olabilecek mi?

Düşündüm de neden o kişiyi "eğitmek" yerine, farklılıkları ortaya döküp birlikte yürüyebilmek için prenses ve küçük kurbağamızı birbirine uygun bir hale getirmiyoruz? 


Doğru ya, bu olduğunda zaten sonuç evlilik...

Seyahatler çekiyor içim

Hayatta yapmak istediğim maddeleri sıralarsak eğer, dünya'yı gezmek ilk başta geliyor sanırım. Sırt çantam ile Avrupayı gezsem? Her limanda bıraktığım bir sevdiğim olsa mesela? Hayal etmek bile beni mutlu edebiliyor! Ve istediğim de bu zaten. Mutlu olabilmek, hemde musmutlu...Hani parmakla gösterilen, mutluluk sarhoşu olan insanlar var ya, tam da o anlatmak istediğim.

Ilk başta İtalya. O kadar yıl boşuna mı öğrendim o dili? Yok yok Afrika olmalı. Belki de Çin. Bütün aşılarımı olmayalım, umarım hastalık kapmam. Biliyorum iğneler konu ama gülü seven dikenine katlanır, öyle değil mi?

Bu aralar seyahatler çekiyor içim..

Değişik yerlere gitmek istiyorum, hiç görmediğim mesela. Mesela Yeni Zellanda. Şelalenin yanında portatif bir sandalye ile o sesi dinlesem? Belki de bir kitap olur elimde. Ama ben kitap okumayı pek sevmem ki. Elimde bir kamera olsun, ve ben her milimetreyi çerçeveleyeyim ve hatıralarıma kazınsın o dakikalar. Oranın kokusu bile hep burnumda olsun. Çıkmasın.

Daha ne kadar beklemeyelim ki?

Farkettim de, insanlar çok bencil

18 yaşına gelmiş bir genç hayatında en az bir kişiden bir kazık yemiştir. Bu en basit bir konudan başlayıp, bir daha o kişi ile iletişime geçmemeye kadar uzuyabilir. Geriye baktığımızda o kişiyi kaybettiğimize üzülüyorsak, arada sırada da olsa onu sosyal medya sitelerin de gizlice takibe başlıyorsak eger, bunun tek bir nedeni olabilir. 

Yanlış bir karardı.

Lakin insan bazı şeyleri kendine yediremiyor öyle değil mi? Akıl "neden ben?" soruları ile karışıyor ve birşeyler yapmamaya devam ediyor. 

Neden ilk ben yazayım ki?

Cünkü her ne olursa olsun, insan kırılıyor arkadaş! Bu da kalp, bu da can bu da duygu...En sevdiğim cümlelerden bir tanesi; sana yapılmasını istemediğin bir davranışı başkasına yapmayacaksın! Ne kadar da doğru söylemiş atalarımız! Ellerinden öptüklerim
Bir de insanlar onlara yapılan haksızlıklardan konuşurlar. Ama bilmiyorlar ki aynı haksızlığı kendileri yaptılar, baskasını aynı duruma düşürdüler. 

Iste bu bencillik!

Yada biliyor ve gormemezlikten geliyorlar? Az ye de kendine hizmetçi tut cinim. Az bile yapmış!

Yeseren Yaprak

Işınlanıyoruz, peki ya nereye?

Farkettim de bir önce ki yazımda içime depresyon kaçmış. Melankolik bir duruma girmişim yahu. Şuan o durumdan hemen çıkıyorum ve bu yazımı mutluluğa hediye ediyorum.

Aslında mutlu olmak için o kadar çok nedenimiz var ki...

Aile ve arkadaşlarımızın bizim yanınızda olduğunu bilmek, bir kuşun kendince konuştuğu dili dinlemek, ya da bir kişinin piyano denilen çalgı aletini çalarken yaptığı zımbırtı bile insana mutluluk verebiliyor mesela.

Peki ya mısır patlatırken mısırların tencerenin kapağına çarpması ve çıkardığı sese ne demeli?

Hele hele karpuz seçerken keleş olmayanı aldığımızda hissettiğimiz "ben bu karpuzların kralıyım." duygusu paha biçilemez denilenderden.

Ve dört bir etrafımız bu güzellikler ile çevrili iken, biz hala neyin peşindeyiz? Neden bu minnettarsızlık?

Doğum, Yaşam ve Ölüm

Belki de dünya da yaşamın nasıl olduğunu merak ettiğimiz için kabul ediyoruz buraya gelmeyi. Belki de "kaderimizde" olduğu için. Ölümü bile bile yaşamak ve o günün geleceğini beklemek tıpkı bir insanın eski bir hatırayı aklından çıkarmak istemesi gibi.
Orada ve her şeye rağmen orada kalacak...
Lakin insan hayatı da bir yaprak misali değil mi? Yeşermek, sonbaharın binbir rengine bürünmek ve acı bir renk ile ölüm.
Ben bugün kendimi yeşermeye bırakıyorum..