Miranda Kerr - Günlük Kombin

Yeseren YaprakÜnlüler günlük hayatlarında ne giyinmiş diye çok merak ederim ben. Canım sıkıldığında araştırmıyorum dersem yalan olur. Bugün de farklılık olsun istedim ve bu yazıyla tam da buradayım!

Çok tatlısın, güzelsin, şekerci mi baban senin dırırırırmmm

Miranda Kerr'in babası şekerci olmalı! Bu kadar tatlı mı tatlı, şeker mi şeker hanımkız az diyeceğim ama eminim ki az değildir

Neyse neyse, konu günlük hayatında kombin ettiğiydi zaten. Gizliden Justin Bieber ile olan iliskisinden bize ne

Bu fotoğrafı ilk gördüğüm de "aaaa benim pantalonumdan" deyip uzun uzun ekrana bakmıştım. Ve hemen koyuldum kombin yapmaya (aslında hemen değil de, çaktırmayalım) Gönlümden dışarı çıkıp çeşit çeşit fotoğraf çekmek geçse de, bende ki bu tembellikle bir baltaya sap olamayacağımı üzülerek söylemek istiyorum. Ama ileri ki zamanlarda neden olmasın! Umut fakirin ekmeği demişler



Demiş ki

"Sustuğum şeyler var; hiç konuşmadıklarım. Ve içimde kaybolup giden insanlar...Eskisi kadar kafama takmasam da bazı şeyleri; bazen yine de içimin almadığı haksızlıklar. Ben solumu sevdiklerime, yolumu ise Allah'a bıraktım. O ki varacağım yeri benden iyi bilir. Ve biliyorum ki sabreden kullarına en hayırlısını verir."


-Arda Erel

Uzaklardayım

Ne hissettiğimi bilmiyorum bu aralar. Gözlerim uzaklara dalıyor hep. Bütün gün uzanmak istiyorum yatağıma, ve sadece düşünmek. Sonra diyorum ki düşün düşün nereye kadar? Dünyayı ben mi kurtarıcağım?

Sonra uzaklara gitmek istediğim aklıma geliyor. Hiç bilmediğim, görmediğim bir şehire gitmek. Arkadaşlarımdan birisi Disney'de iş bulup, "Florida'ya gidiyorum ben" dediğinden beri ben de artık bulunduğum şehirden gitmek istiyorum. Farklı şehirler de iş bakıyorum aileme söylemeden. Florida var aklımda benim de.

Bilmiyorum

Sonra bu hafta final haftam olduğu aklıma geliyor. "Ders çalışmam lazım benim" diyorum. Ama canım istemiyor işte. Bir çoçuğun en sevdiği arkadaşı ile oyun oynarken annesinin "hadi gidiyoruz" demesi gibi tıpkı

Sonra "o" aklıma geliyor. Aslında pek de çıkmıyor. Her gece. Insan büyük konuşmamalı "ben hiç aldatılmadım" dememeli bu hayatta. Hayır'lar evet'e dönüştüğünü anladım ben. Bir de dün "sen mutlu ol da biz de mutlu olalım :)" yazmış ona. Boğaz'ım düğümlendi, üzerime fil oturdu ve kalkmadı bir kaç dakika. Girmeyeceğim Facebook'a bir daha diye söylendim. Inadım inattır, girmicem. Ocak 14'de bakarım ama. Çok merak ediyorum çünkü

Aslında yeni kişiler ile tanışmak istiyorum ama hayatımın bir parçası olacakları için korkuyorum. İstemiyorum kimsenin hayatıma girmesini. "Meşgulüm" deyip kandırıyorum arkadaşlarımı. Görüşmüyorum kimseyle. Aslında yok öyle bir şey de, işte...

Sorun benim dalıp gitmem, ve uzun uzun düşünmem

Hangi Şarkı, Hangi Film?

Çok merak ederim ben, insanlar hangi şarkıları dinler, dizileri takip eder, filmler favorileridir diye. Ya da canları sıkıldığında ne yaparlar?
Bazı bloglar da her ay ki favoriler için de bu paylaşılıyor. Ve benim ilgimi en çok çeken yazılar arasında bu. Hemen bakarım, dinlerim, izlerim.

Bugün de benim aklımdan geçti. Neden bende paylaşmayayım ki? Zaten bu bloğun amacı aklıma eseni paylaşmak

Sürekli dinlediğim, bana huzur veren, dinlendiren ve biraz da beni benden alıp hayallere sürükleyen şarkılar;
Dark Waltz - Hayley Westenra
Christina Perri - Human
Laura Mvula - That's Alright (Green Garden' da çok iyi)
Moddi - House by the Sea
Fikret Kızılok - Gönül
Birsen Tezer & Hüsnü Arkan - Hoş Geldin

Ve tabikide damarların da Laz kanı dolaşan ben;
Selçuk BalcıHasret Uzun Bir Yol
Karmate - Nayino

Yalnızlık Hiç Bana Göre Değil

"Hadi kalk şuraya git de, yumurta al" dedi annem bu sabah. Dışarı baktım, delice yağmur yağıyor. Arabaların geçerken çıkarttığı su sesleri kulaklarım da dolaşırken "yaaaa, bu yağmur da tek mi gidicem" dedim. "Niye ben gitsem, yağmur'u durdurcam mı?" dedi o da ve güldük.

Sanki hiç işim yokmuş gibi, düşündüm. Ve bu yazıyı yazmaya karar verdim. Acaba gitmek istemememin nedeni tembel olmam mı yoksa yalnız gitmek istemediğimden mi?

Daha önce de biliyordum aslında yalnızlığı sevmediğimi. Kendi başıma takılmak bana zevk vermez. Vermiyor işte. Canım sıkılır. Alışveriş de, "bu sana çok yakıştı" diyen bir arkadaşınız yok ise, neyleyim ben o alışverişi. Telefona bak bak nereye kadar. Aslında ben toplu takılmayı da sevmem. Yanımda 2-3 sevdiğim, değer verdiğim insan olsun, bana yeter de artar bile. Sonuçta ettiğimiz muhabbetleri, aramız da geçen hikayeleri bilen sadece biziz

Herkesle konuşabilirim ama herkese arkadaşım, dostum diyemem mesela. Daha dün tanıştığım birisini Facebook'a ekleyip, Instagram da fotoğraflarını beğenme yağmuruna tutamam. Ben değilim o

"Kendi başıma kitap okumak çok zevkli" diyen insanları da hiç anlamam. Belki de kitap okumayı çok sevmediğimden. Emin değilim

Kızmamak Elde mi?

Yeseren YaprakSinir oluyorum işleri düşünce yazan varlıklara

"Şunu çevirsene iki dakika."

"Çok uzun değil."

"Yaparsın şimdi sen bir güzellik."
 Ya da 
"Orada iPhone 6 ne kadar?"
"Büşüm bana bir baksana bu marka nasılmış"

Hele hele arkadaşlarının ödevlerini yaptıranlar yok mu?! Çizgi filmler de kulaklarından duman çıkan insanlar var ya hani, işte tam onlardan oluyorum. Aklımdan nasıl sinsi bir takım cümleler kurup, yaptıklarının ne kadar berbat olduğunu dile getirmek için düşünüyorum. Ama işte şu yufka yüreğim, "peki" demekle yetiniyor sadece. Ağzımdan çıkan cümle "çeviririm" ya da "alırım" oluyor.

Ben insanlardan hiç bir şey istemem. Utanırım bir kere. Kendi araştırmamı yaparım, ona göre yollar çizerim. Ama arkadaş, nereden geliyor bu yüzsüzlük?

Arkadaşımsın, akrabamsın, yolda gördüğüm vatandaş olsan da çeviririm ben. Sorun o değil. Sorun senin sadece işin düştükçe bana yazman. 8 ay boyunca nasılım, ne ediyorum, hasta mıyım, sınavlarımdan berbat not mu aldım diye sorma, ama 9. ay da Türkiye'ye geleceğimi duy ve "Büşracım, bana şunu getirir misin?" diye yaz.

Getiririm getiririm de, 8 ay boyunca neredeydin?
Instagram da iki fotoğrafımı beğendin diye kanka mı olduk? 

Bir de çevirdikten, ya da başka işlerini yaptıktan sonra canımlı cicimli konuşmalar, yok o nasıl yok bu nasıl. Sanki her gün konuşuyormuşuz da hayat hikayemi biliyormuş gibi bir tavırlar...

Hediyeler verilip, çeviri olunca ise de fossss. 8 ay sonra görüşmek üzere bebeğim
Hasta la Vista

En Iyi Teklif (The Best Offer) - Film Yorumu

Yeseren Yaprak
Dün bir kişinin tavsiyesi üzerine izlediğim film beni çok düşündürdü. Hani gece yatmadan önce düşüncelere boğulursunuz ya, filmi yatmadan önce izleyince de "acaba gerçek olursa?" deyip kafa patlatmadan edemedim.

Bir daha ve bir daha izlesem gene de doymayacağım bir film. Sonuçta biliyorum 10 kere izlesem, 20 kere de izlesem her izleyiş de yeni bir yorum çıkartabilirim. 

Filmin özeti hakkında pek bir açıklama yapmıcağım. (Bknz: The Best Offer TrailerAma kısadan anlatmak gerekirse hayatını işine adamış bir adam, ve onu o durumundan çıkarabilecek hasta bir kadın. Fakat bildiğimiz o klasik vakalar ile dolu değil, hem düşündürücü hem öğretici hem de sizin yorumlamanızı bekleyen sorular ile dolu bir film bu

Sonu mutlu mu ki acaba? 

Yazımı aslında izlerken not aldım. Bu nedenle aralar simdiki zamanlar ile dolmus taşıyor. Kusuruma bakılmasın lütfen, onları parantez içine alıyorum

Ve bu yazım spoiler'lar ile dolu olduğu için, filmi seyrettikten sonra okumanızı tavsiye ederim. Ya da benim gibi sonunu bilip izlemeyi seviyorsanız okumaya devam!

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Düşünsenize tanımadığınız bir kişi için deli divane gibi koşturuyorsunuz. Ve ona ilginiz sadece onun ilginç oluşundan. Daha önce hiç karşılaşmadığınız türden olduğu için. Ve o kişiye o kadar kapılmışsınız ki, yaşı ve belki de görünüşü sizin ilginizi çekmiyor.

Birbirlerine bu denli tutkun olmaları, birbirlerine çok benzediklerinden. Birbirlerine çok benziyorlar çünkü ikisi de hayatlarının bir kısmında bir travma geçirmiş. Kızın tek ve son erkek arkadaşının onu terk etmesi...Ve erkeğin de işine bağlanması. Neden işe bağlandı ama? Ailesi yüzünden mi? Hiç arkadaşının olmaması mı? Yoksa karşı cinsten bir ilgi görmediği için mi? Peki ya eldiven kullanıp, saçını boyaması? Hep genç olduğunu düşünmesi mi nedeni yoksa hep genç kalmak istemesinden mi? Otelde çalışanların doğum gününde ona pasta üstüne mum koyması ve onlara "benim bugün doğum günüm değil" demesi? 

Yanıtlanmamış o kadar çok soru var ki...

Erkekler Neye Gereklidir

Sabah sabah "Büşra koş, gel hemen gel" diyen annem sayesin de yatağımdan fırladım. Orta da birşey yok aslında. Annemin mayaladığı yoğurt tutmamış. Üstüne koyduğu süzgeç de kâseye bir çoçuğun en sevdiği oyuncağını yatarken bile bırakmaması edasında birleşmiş. Tutkal ile yapışmış gibi mübarek. O yoğurdumsu süt yeniden mayalanıcak tabi. Yok sen kâseyi tut, yok dikkat et dökülmesin, bana bıçak ver diye diye biz o bütünü birbirlerinden ayıramadık. Ben tabi çoktan vazgeçtim, sabah sabah aç olan karnımı doyuruyorum ayıptır söylemesi. Annem de kan ten içinde hala uğraşıyorken babam geldi

"Şinasi gel" dedi annem hemen. Babam da tıpış tıpış geldi. Lite yaptım ama, yok yok, o kadar da değil.

"Açamadık, süzgeçi çıkarsana"

"Açamadınız mı, ah yazık"



Tutması ile açması bir oldu adamcıvazın

"Erkekler bunun için gereklidir işte" deyiverdi annem.

Bugün ki yazım da tam da bundan ibaret.

Erkekler;

1. Açamadığımız kavanoz'u (bu durumda kâseye yapışmış süzgeç'i) açmaları
2. Evin direği olan duvarları silip güzelce parlatmaları
3. Arkadaşlarımın ya da onun bunun bize yaptığı kelekliği dinlemeleri
4. Bizi bu yalnızlık ve evde kalmışlık duygusundan tamamen kurtarmaları
5.Bizi güldürüp, bazen de sevinçten ağlatmaları

Aloe Vera mı?


Ağzımın içine girecek kadar bana yakınlaşan o minnak sineği görünce, aklıma bu yazıyı yazmak geldi. Ilhamın nerden geleceği gerçekten de belli olmuyormuş
Hı, nerden mi geldi o minnak sinek? Tabiki de masa başımda duran çiçekten. Çiçek fotosentez yerine, sinek üretiyor maşAllah.
Çiçeğin adı (sanırım pek çiçek de denmez), bitkinin adı Aloe Vera. Bitkinin yararları hakkında pek fazla içeriğe girmeyeceğim. Çünkü internet sadece bir tık uzaklıkta. Bknz: Aloe Vera Faydaları

Lakin bana ve benim evime iki türlü yararı var bu en sevdiğim renge sahip olan canlının.

1. Yanıklar Güneş yanığına bire bir. Yoğurdu hiç kullanmadım, ama emin olun bu bitkinin görüntüsü yoğurttan bin kat iyidir.
Onun dışında benim yemek konusunda ne kadar usta olduğumu bilen bilir. Yemek pişirirken cilde sıçrayan yağı bir hıçımda iyileştiriyor. Kendimi reklamlarda bir ürünü satmak için her kılığa giren kişiler gibi hissettim. Ama gerçekten öyle, iyileştiriyor. Hemde bir hıçımda 

2. Güzellik - Şimdi geliyoruz bu bitkiyi neden bu kadar çok sevdiğime. Benim küçüklükten beri yanaklarım kırmızı. Hani abartılı bir kırmızı yok, ama benim hemen gözüm görüyor. Ve eskiden pütür pütürdü. Hatta kuzenım benimle dalga geçerdi. Yoğurt yanaklı diye. Yoğurdun üst tabakası aynı benim yanaklar gibiydi.
Neiseciğime, renk paletinde yeşil ve kırmızı adeta bir düşman gibi karşı karşıya. Ama aslında düşman değil, birbirlerine sıcacık dostlar. 

Benim Kızım, Benim Oğlum Muhabbeti

Cuma günü son iki sınav ile haftayı bitirdim. İçimde "bu da bitti, sıra da ne var?" duygusu ile evime dönerken, bu günü en mükemmel şekilde bitirmenin yolu tatlı dedim ve türkçesi Kırmızı Kadife diye adlandıran Red Velvet Cupcake'lerinden aldım ve evde güzelce onları sömürdüm.

Allahım ne de güzel tadlar bize sunuyorsun diye diye, parmaklarımı yalıya yalıya (ayıptır söylemesi), haftanın stresini güzelce vücudumdan attım. 

Tabi tabi, anneme ve babama da uzattım o güzel minnakları. Ama gel gelelim annem "ben öyle şeyler sevmiyorum yeaaa" diyerek istemedi. Babam da bir ısırık aldıktan sonra "uyy çok tatlı bu" diyerek bıraktı. Sonra da her zamanki sözünü patlattı ortaya. "Ben hayatımdan üç şeyi kestim. Un, şeker ve tuz."

Pek de sorun değildi zaten. Bir kutunun içindeki kalorileri, yağları, şekerleri, unları ve içinde sağlıksız olan binbir türlü şeyi gözüm görmeyecek kadar dönmüştü. Duyanda uyuşturucuya felan başladım sanıcak, "gözlerim döndü" felan, alt tarafı cupcake 

Biraz telefonda takıldıktan sonra, uykuya hayır diyemeyen bendeniz, dokuz gibi güne elveda dedi. E doğal olarak da erkenden uyandım. Sosyal medya sitelerinden sadece instagram kullanan ben, eskiden olsa direk gözümü orada açardım. Ama şimdi bloğuma girip, takipçim kaç olmuş diye bakıyorum. Ki eminim, bir çok bloger da bu sözümü destekler.

Sonracığıma, girdim instagrama ve o fotoğraflardan bir tanesi ile karşılaştım yine yine yeniden

- "Bu benim kızım."
- "Oğlum olsa böyle olurdu."
- "Tam benlik değil mi?"
+ "Kesinlikle, aynı sen!"

De get ordan. Aynı senmiş miş miş.

Kötü Alışkanlığım

Bu hafta sınav haftam benim. Hemen hemen her gün bir sınavım var. Gözlerim şaşı olacak, 22 yaşında kırışıklıklara boğulacağım öğretmen hanım kızım. Göz doktoru da zaten "senin yaşın kaç ki? Yok birşeyin, yok" diyip gönderdi beni eve. Kısa boylu olup aynı zamanda da küçük görünme ile gelen yan etkilerden alışa gelinmiş bir olayım, yadırgamıyorum artı

Yakında sınav kusabilirim anlıyacağınız. Asyalı insanlara gidip, onlardan masaj dilenmem lazım

Bu günün sabah kahvaltısından bahsetmicem, çünkü her zaman ki gibi etmedim. Öğlen de küçük birşeyler atıştırdım. Planım sınav çıkışı Burger King'e gidip güzeeeeelce Whopper'i mideme indirmek

Benim Big Mac aşığı olduğunu duymayan arkadaşım yoktur. Lise de yılbaşlarında bana alınacak hediyelerin başında McDonalds tshirtleri, anahtarlıkları, şapkaları gelirdi. Şimdi araya takı felan da kaynaştırıyorlar, büyüdüm ya birazcık. Babama da ne zaman "Hadi Big Mac yemeye gidelim" dediğimde, bana 15 dakika sağlık öğütü verirdi (veriyor).

Zaten inatçıyım, bir de bana o menü alınmadı mı hiç birşey yemeyip, kimseyle de konuşmadığımı hatırlarım.Evet bende bilmiyorum neden hala 500 kilo değilim

Bugün de sınavdan çıktım. Evin yolunu tutmaya başladım. Bu aralar McDonald'sı aldatıyorum ama okul yolumun üzerinde olan Burger King daha cazip geliyor açıkcası.

Aklıma geldikçe gülüyorum
Bir dakika 

Beğenilme Çabaları

Facebook kullanırdım bir zamanlar ben. Ne yalan söyleyeyim, yakışıklı erkekleri de eklerdim hani. Utana utana birde. Sanki o yakışıklı çoçuk, benim suratımın kızarıklığını görecekte, bana bir selam çakıcak. Lisedeydim o zamanlar tabi. Erkek dediğin sarışın, renkli gözlü olmalı modu felan

Aslında ben çok utangaçtım küçükken. Şimdi beni gören "sen utangaçsan ben de Nemesis'im" felan der heralde.Ama gözlerim renkli ya, yazın başım hep önde, gözüm hiç bir şey görmüyor güneşten. Belki ordan yırtarım şimdi. Amaaan, yemişim renkli gözü, ben badem gözlü olmak istiyorum.

Bu arada psikoloji okuyan, doktor olmak isteyip de hemşire çıkanlar bu yazımı okursa rica ediyorum bana bir yorum atın. Kesin bende ADHD hastalığı var. Konudan konuya atlamak için doğmuşum sanki 

Neise neise

Sonra instagram çıktı, ve tabi şu etiket olayları. Millet fotoğraf koyuyor, sonra altına üç yüz bin tane etiket. Sırf beğeni almak için. Bende yaptım mı? Yaptım. Sonra dedim ki, ne yani? Amacım ne? Ne işime yarıyor? Tanımadığım insanlar benim fotoğrafımı beğendi de ne oldu yani? Ben onların bir beğenisine mi muhtacım?

- Nayıııır, nolamazzzz
Ben gururlu bir kızım.

Bu Ay - Kasım

Bugün Kasım ayı'nın başlangıcı
Bazı insanlar "Bugün Pazartesi, diyete başlayacağım" der ya hani, ben de ona benzer bir cümle söylemek istiyorum. Her ne kadar bugün Cumartesi olsa da.

Haydi bu ay elimizden geldiğince mutlu edip, mutlu olalım!

Daha önce de yazmıştım aslında, çevremizde ki güzellikleri farkedemiyoruz diye, ne kadar da doğru!
Değiştirmenin zamanı geldi de geçiyor. Zaman bu, bekler mi?

Sanırım her ay
ın başı bir mutluluk konusu üzerinde konuşmaya karar verdim. Ve ilk konumuz gülümsemek!

Karşımızdakine en, en kolay verilecek tepkilerden birisi gülümsemek. İş yerinde mi çalışıyorsunuz, yanınızdan geçene kafanızı eğip başka tarafa bakmak yerine gülümseyin. Okulda mısınız, tanımadığınız öğretmenlerin gözlerinin içine bakıp, sıcacık gülümsemenizi gösterin! 

Belli mi olur, o gülümseme bir gün size dünyalar dolusu mutluluk olarak geri dönebilir. Düşünsenize sizi sevdiği icin, bir üst levele alıyor patron sizi. Ah şu hayaller!

Ama gercekten olabilir. Ciddiyim

Ben mesela herkese gülümserim. Ve onlarda bana gülümsediğinde, bir selam verdiğinde, ben cok mutlu oluyorum. Bu kücücüşey ile mutlu olmasını biliyorum açıkcası.

Gülümsemek makyajdan daha çekicidir benim gozümde. Sizi siz yapan, o gozlerinizdeki ışıltıdır.
Ve inanın ki, bir gülümsemeniz, o karşınızdaki kişinin bütün gününü aydınlatabilir.
Gülümsemek mutluluğun ta kendisi!

Yeni bir Mesaj!

Lise yıllarımdan beri Youtube'da video izlemeyi çok severim. Makyaj olsun, güzellik adına olsun, saç olsun hiç farketmez. Yapıyor muyum diye sorarsanız tabiki de hayır. Ama hani birşeyler öğreniyorum ya, o yetiyor bana

Gitmesek de görmesek de bizim köyümüzdür hesabı

Ve sanırım tembellik içime işlemiş artık. Biraz daha uyuyabilmek için, evden dışarıya kendimi nasıl attığımın pek de bir önemi yok gibi

Çok severim bitenler videolarını ben. Ya da bu ay favorilerim. Sonuçta o ürün hakkında bana verilen bir bilgi var. Kaçırmak olmaz, değil mi? Yok yok, tabiki de olmaz.

Yeni blogger hayatına katılan ben, bunların blog'lar da da olduğunu keşfettim. Açıkcası daha önce açtığım ilk blog, üniversite yıllarımın ilk senesinde olup, makine parçalarını tanıtmak içindi. Şimdi keşfetmem bana göre doğal 

Neise diyorum ve konuma dönüyorum.

Bu bahsettiğim ay'lık yazılanlar güzellik adına sadece ve bende biraz değişikliğin zamanı geldi diyerekten, kendimce bir sürüm başlatıyorum.

(Kendimce. Kendi çalar, kendi oynar. Amaaan, bende böyle mutlu oluyorum işte)

Canımlı Cicimli Bir Pazar Günü

Her ne kadar "Bugün hafta sonu, bütün gün uyuyacağım." desem de, hafta içi erken kalktığım için hafta sonu da erken kalkmak boynumun borcu oluyor her seferinde.

Bugün de erken kalktığım günlerden biriydi. Çok da erken değil aslında. Sabah 8:08'de uyandım. Telefonu mu aldım hemen ve geçtim ben uyurken neler olup bitmiş diye bakmaya.

Aradan biraz zaman geçti, annemin telefonuna Tango'dan mesaj geldi. Tabi meraklı ben, hemen atladım. 

"Nasılsın Neşe halacım :)" - sümüklü, kıskanç kız

Cım ne şimdi? Oda ne? Bir de gülen surat. Bir de hala. O senin halan değil bir kere. Yani azıcık bir yerden halan olabilir ama, dıdısının dıdısı gibi bana

Zaten sevmiyorum kendisini (sorun onun beni sevmemesi aslında), birde cım takısı koymuş. Sinir oldum tabi. Anneme verip telefonu "Sonra mesaj at" dedim hemen.

Beni tanıyanlar çok iyi bilir, ben hayatımda hiç bir zaman "bebeğim, tatlım, canım cicim" laflarını kullanmadım.

Bir kere söylesem utanırım...

Bügünkü Mutluluk Nedenim

Bugün bloğum tam 21 günlük.
Yeşermeye çalışan, benimle birlikte büyüyen küçücük bir blog.
Ve bugün farklı bir konu ile buradayım.
Belki soyut değil ama beni musmutlu etti bu konu.
Çünkü ben bugün bir ödül aldım :)
Daha "mimlenmek" nedir bilmiyordum ama o ödül yazılarını görünce de "Keşke bende mimlensem" demeden edemedim açıkcası.
Ve bu sabah uyandığımda o cümle ile karşılaştım"....bende bir ödülün var." 

Ah ne kadar da mutlu oldum, hemde ne kadar, bir bilsen Karalamacalarım

Tamam tamam, çok uzatmıyorum. Herkesin artık ezberlediği kurallar hemen burada;
        • Ödülün fotoğrafını yayınlamak
        • Ödül veren blogun bağlantısını eklemek
        • 15 bloga bu ödülü dağıtmak
Kişi listeme bakılırsa, 15 kişi zor çıkacaktır çünkü çoğu kişi minlenmiş zaten. Onun yerine dolduramadığım listeye, bu yazımı gören ve mimlenmeyen herkesi davet ediyorum.

Ve küçük bir şey daha eklemek istiyorum, blog altlarına bir iki cümlelik, o blogda hoşuma giden şeyleri yazıcağım. Haydı baslayalım o halde;

Ah şu Annelerimiz!

Normal insanlar genelde çileği, muzu, elmayı ya da eriği sever. Ben limonu seviyorum. Limon tadı hoşuma gidiyor işte. Ekşi ama olsun, onun da farkı o. Bugün kendime limonlu su yapayım dedim. Hep yaptığım içeçekler arasında aslında. Hem kolay, hemde zaman almayacak birşey. Bak gördün mü, canım çekti gene. Eve gidince hemen biraz daha yapmalıyım

Evet, konum neydi? Şimdi hatırladım. Bugün annem limonlu suyumu yaparken gördü beni ve o malum cümle çıkıverdi ağzından
"Limonlu su mu içiyorsun sen gene? Zayıflamaya çok ihtiyacın var da"

Her ne kadar ben zayıflamak için yapmadığımı söylesem de bir türlü inandıramadım. Ama zaten annelerimiz hep böyle değil midir?

Her birşeye kulp bulacaklardır. Bulmazlarsa olmaz zaten. Yatağı toplama şeklim hep yanlış. Bulaşıkları kuruması için dizme düzenimden bahsetmiyorum bile. Ya da pimpirik ben, kimsenin bardağını kullanmayayım diye, her bir köşeye bana özgü bardak bırakmamdan çok olay çıkar mesela. 

Sanırım bu sonuncusu olmadı. Kabul ediyorum, bazen benim de suçum yok değil hani. 

Ve anlıyorum, aslında maksat "evlenince bana kolay olması" ama...ama işte 
Aklıma geldi şimdi bir de annemin "ben senin yaşındayken..." diyip başladığı ve 10 dakika süren mini hikayeleri hiç eksik olmaz
En merak ettiğim şeylerden birisi de, acaba ileri de bende annem olacak mıyım?

Yıldızları Birlikte Yakalayalım

Konuşmaya başladıktan hemen sonra sizi soru yağmuruna tutan bir akraba sanırım her aile de vardır. O malum soru hiç es geçilmez. Her seferinde ve sizi her gördüğü yerde sorar ve sizden farklı cevaplar vermenizi bekler o sevilesi biricik kişi. 
"Sen geçen sefer doktor olmak istememişmiydin?"

Evet evet, tam da o soru işte. Büyüyünce ne olmak istiyorsun?

Birden kendimi hatıralarım ile boğulurlarken buldum. Ananemin "doktor olda, bize iyi bak" demesine mi yanayım, yoksa tanımadığım teyzelerin "dili yokmuş bu kızın heralde" dediğine mi bilemedim doğrusu

Oysa ne güzel zamanlardı. Zamanlarmış aslında..Eve geldiğimde o maviş önlüğümü çıkartmadan, hemen ödevlerime başlardım. Masada çalışmayı da hiç sevmezdim, atardım kendimi yerlere. Babam işten gelince de hemen ona okulda olanları anlatırdım. Rüya'nın kim olduğunu bilmezdi, görse tanımaz yani, ama o kızın aldığı notlar benim çok konuşmam sebebiyle evde hep tartışılırdı. Yaktın beni Rüya!

Ve o zamanlar ben öğretmen olmak istemiştim. Öğrencileri olan, herkesin sevdiği bir matematik öğretmeni. Neden herkes zorlanıyordu ki o derste? Herkes burun kıvırıyordu, ve bende bu nedeni anlamaya çalışırdım.Orta okulun son demlerinde ingilizceye olan yeteneğimi keşfettim, ve ingilizce öğretmeni olmaya karar verdim.Matematik de zorlaşıyordu zaten. Hala öğretmenlikti peşinde koştuğum ama. Zaten annemde "bir bayan için en iyi meslek öğretmenlik." diyordu hep. İstediğimi bulmuştum tam da.

Ama olmadı. Olmadı işte...Hayat savurdu beni uzaklara. Belki de hep olmam gereken yere 

Unutmak En Iyi Arkadaş

Bazı insanlar ilk aşk, bazıları da son aşk unutulmaz der. Bazı insanlar sevmekten hoşlanır, bazıları da sevilmekten. Ve bazısı gülüp eğlenmek ile unutmaya çalışır o terkedip giden aşkı, geriye kalanlar ise Sezen Aksu dinleyerek...

Aslında ne kadar da farklı insanlarız değil mi? Beş parmağın beşi de bir değil gerçekten. Zaten neden olsun ki? Hayat geçermiymiş öyle hiç 

Ben "unutmak" kelimesini en iyi arkadaş edindim. Yaptıklarımı doğru bulduğum için yapıyorum elbette. O da eminim aynısını düşünüyordur. Eminim o da, "bu kız çıldırmış olmalı!" diyordur içinden ve elbette onunda kendine göre bir nedeni vardır.


Evet evet, sorun da tam orada aslında. Unutmak nasıl bir arkadaş ki? 

Ve biz bu farklılıklarımızı bilerek, o kişiyi bize uygun olması için eğitiyoruz. Eğitimden geçerse, bir level yükselebilir. Çok değil, sadece bir levelcik. Geçemiyorsa ise, onu kurtarmaya gelen bir prenses yok. Çünkü o prenses kendi hayat fasa fisosu ile çok meşgül.


Acaba o çirkin kurbağa leveli geçip, yakışıklı bir prens olabilecek mi?

Düşündüm de neden o kişiyi "eğitmek" yerine, farklılıkları ortaya döküp birlikte yürüyebilmek için prenses ve küçük kurbağamızı birbirine uygun bir hale getirmiyoruz? 


Doğru ya, bu olduğunda zaten sonuç evlilik...

Seyahatler çekiyor içim

Hayatta yapmak istediğim maddeleri sıralarsak eğer, dünya'yı gezmek ilk başta geliyor sanırım. Sırt çantam ile Avrupayı gezsem? Her limanda bıraktığım bir sevdiğim olsa mesela? Hayal etmek bile beni mutlu edebiliyor! Ve istediğim de bu zaten. Mutlu olabilmek, hemde musmutlu...Hani parmakla gösterilen, mutluluk sarhoşu olan insanlar var ya, tam da o anlatmak istediğim.

Ilk başta İtalya. O kadar yıl boşuna mı öğrendim o dili? Yok yok Afrika olmalı. Belki de Çin. Bütün aşılarımı olmayalım, umarım hastalık kapmam. Biliyorum iğneler konu ama gülü seven dikenine katlanır, öyle değil mi?

Bu aralar seyahatler çekiyor içim..

Değişik yerlere gitmek istiyorum, hiç görmediğim mesela. Mesela Yeni Zellanda. Şelalenin yanında portatif bir sandalye ile o sesi dinlesem? Belki de bir kitap olur elimde. Ama ben kitap okumayı pek sevmem ki. Elimde bir kamera olsun, ve ben her milimetreyi çerçeveleyeyim ve hatıralarıma kazınsın o dakikalar. Oranın kokusu bile hep burnumda olsun. Çıkmasın.

Daha ne kadar beklemeyelim ki?

Farkettim de, insanlar çok bencil

18 yaşına gelmiş bir genç hayatında en az bir kişiden bir kazık yemiştir. Bu en basit bir konudan başlayıp, bir daha o kişi ile iletişime geçmemeye kadar uzuyabilir. Geriye baktığımızda o kişiyi kaybettiğimize üzülüyorsak, arada sırada da olsa onu sosyal medya sitelerin de gizlice takibe başlıyorsak eger, bunun tek bir nedeni olabilir. 

Yanlış bir karardı.

Lakin insan bazı şeyleri kendine yediremiyor öyle değil mi? Akıl "neden ben?" soruları ile karışıyor ve birşeyler yapmamaya devam ediyor. 

Neden ilk ben yazayım ki?

Cünkü her ne olursa olsun, insan kırılıyor arkadaş! Bu da kalp, bu da can bu da duygu...En sevdiğim cümlelerden bir tanesi; sana yapılmasını istemediğin bir davranışı başkasına yapmayacaksın! Ne kadar da doğru söylemiş atalarımız! Ellerinden öptüklerim
Bir de insanlar onlara yapılan haksızlıklardan konuşurlar. Ama bilmiyorlar ki aynı haksızlığı kendileri yaptılar, baskasını aynı duruma düşürdüler. 

Iste bu bencillik!

Yada biliyor ve gormemezlikten geliyorlar? Az ye de kendine hizmetçi tut cinim. Az bile yapmış!

Yeseren Yaprak

Işınlanıyoruz, peki ya nereye?

Farkettim de bir önce ki yazımda içime depresyon kaçmış. Melankolik bir duruma girmişim yahu. Şuan o durumdan hemen çıkıyorum ve bu yazımı mutluluğa hediye ediyorum.

Aslında mutlu olmak için o kadar çok nedenimiz var ki...

Aile ve arkadaşlarımızın bizim yanınızda olduğunu bilmek, bir kuşun kendince konuştuğu dili dinlemek, ya da bir kişinin piyano denilen çalgı aletini çalarken yaptığı zımbırtı bile insana mutluluk verebiliyor mesela.

Peki ya mısır patlatırken mısırların tencerenin kapağına çarpması ve çıkardığı sese ne demeli?

Hele hele karpuz seçerken keleş olmayanı aldığımızda hissettiğimiz "ben bu karpuzların kralıyım." duygusu paha biçilemez denilenderden.

Ve dört bir etrafımız bu güzellikler ile çevrili iken, biz hala neyin peşindeyiz? Neden bu minnettarsızlık?

Doğum, Yaşam ve Ölüm

Belki de dünya da yaşamın nasıl olduğunu merak ettiğimiz için kabul ediyoruz buraya gelmeyi. Belki de "kaderimizde" olduğu için. Ölümü bile bile yaşamak ve o günün geleceğini beklemek tıpkı bir insanın eski bir hatırayı aklından çıkarmak istemesi gibi.
Orada ve her şeye rağmen orada kalacak...
Lakin insan hayatı da bir yaprak misali değil mi? Yeşermek, sonbaharın binbir rengine bürünmek ve acı bir renk ile ölüm.
Ben bugün kendimi yeşermeye bırakıyorum..