Acaba?

Merhaba Blog,

2023’de blog kullanan ya da okuyan var mı hala? Geri mi dönsem acaba….

En son aktif olduğum zamandan bu yana o kadar çok gelişmem oldu ki…ben anlatayım ve sen dinle, nasıl olur? 

Ben büyüdüm. Mezun oldum. İş hayatına atıldım. Evlendim. Büyük acılar yaşadım. Büyük mutluluklarımı paylaştım….

Sen ve ben tekrardan birlik olalım mı? 

Sağlıkla Kal. 

Helal Paraymış



(Bu yazıyı yazmak aslında Çarşamba günü aklıma gelmişti. Ama açıkcası biraz çekindim. Aradan çok uzun zaman geçmiş günlük. Hala beni hatırlıyor musun? Peki ya gözlerimin rengini?
Hatırlamıyorsan eğer canın sağolsun. Yeniden tanışırız.)

Çarşamba günü başıma gelen bir olayla hafızamı geri sarıp bir iki dakika geçmişe daldım. Hemen bloğuma girip anlatmak istedim ama malum yukarı da bahsettim.

İlk olay üniversite yıllarım da annemin deri eldivenlerini okula götürmek istemem ile gerçekleşti. Her ne kadar ellerimi soğuktan korumakta işini iyi yapmasa da, ilk gün lay lay lom gezerken hiç bir sorun yoktu. İkinci gün ise dersten çıkıp arabaya bindiğimde eldivenlerden sadece bir tekinin benimle olduğunu fark etmiştim. Fark ettiğim anda annemin de yüzü belirdi diyebilirim. Eve nasıl gittiğimi ve anneme nasıl söylediğimi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım üzüldüğümdü. 

Ertesi gün kampüs de aynı yerden geçerken eldivenin tekini bir bankın üzerinde görmüştüm! O andaki şaşkınlığım, acaba alırsam benim olmayan bir şeyi mi aldığımı düşünürler korkusu ve annemin surat ifadesi dört bir tarafımı kaplamıştı.

Anneme anlattığımda "bu ne kadar güzel deri, sen biliyor musun? Beşiktaş'tan almıştım. Helal paraymış" demişti.

2013 yılında başıma gelen bu olaydan sonra ikinci olarak tanımladığım bu mevzu bir kaç ay önce gerçekleşti. Çalışmaya başladıktan bir kaç ay sonra kendime gümüş bir kolye almıştım. Çok fazla maddi değeri yok tabiki ama bu tür şeylere önem veren bir oğlak kadını olarak manevi değeri ben de büyüktü. Taşınma telaşından nereye ne koyduğumu unutmuştum açıkcası.  Taşındıktan sonra bir ara aklıma geldi ve ben kolyemi aradım ama bulamadım. İçim öyle bir gitti ki....Karadeniz de olmayan gemilerim batmıştı. 2 gün sonra odam da yatağımın üstünde kolyeyi gördüm! Nereden geldiğini sorduğum da abim bahçe de parlayan bir şeyi görüp de bulduğunu ve benim olup olmadığını sormak için benim odaya koyduğunu söyledi. Karnesi hep beş gelen ve herkese o karneyi göstermeye çalışan ilk okul öğrencisi gibi hissettim kendimi.

Helal paraymış dedim içimden.

Ve son olayım çarşamba günüydü. Eskiden Türkiye de kıyafet, çanta, ayakkabı ve takı bırakıyordum. Ama yaş ilerledi ve ben her sene gidemeyince en son gittiğim de herşeyimi toplamıştım. O zaman annemin göz şeklinde nazar boncuklu bir kolyesini getirmiştim. Nazar boncuğu bulunduğu yerden çıkıyordu sürekli ve ben camın kenarına babam yapıştırsın diye koymuştum. Aradan bir kaç ay geçti ve ben o kolyeyi her seferinde babama söyleyeceğim diye orada beklettim. Ta bi çarşamba gününe kadar...

İşe giderken "Bu kolye ne de güzel yakışır şimdi." deyip "Aman ya düşmez" diye de ekleyip kolyeyi taktım. 

Öğle saatlerine kadar herşey normaldi. İş yerinden bir arkadaşım kolyemi daha önce fark etmedigi ve ne kadar güzel olduğunu bile söylemişti. Ama ben gene arabaya bindim ve sabah gözüme çarpan güneşten korunmak için indirdiğim ayna da kolyemin nazar gözünün olmadığını farkettim. O kadar duygulandım ki...Hemen içime baktım ama göremedim. O sinirle kolyeyi çıkarttım ve arabanın içecek konulan kısmına koydum.

45 dakika boyunca kolyeyi düşündüm. Eve gittiğim de herşeyden umutsuz pijamalarımı giymek için üstümü değiştirirken nazar boncuğunun göbeğime yapıştığını farkettim. 

Ulan ne şanslıymışım...Ama helal de paraymış. Hani zaten şüphem yoktu çok şükür ama çok sevindim.

İşte böyle..Eğer küçük mutluluklar yaşamak istiyorsanız, helal paradan vazgeçmeyin derim.

Sağlıkla Kalın.
Sizi özledim

Hoşgeldim


Merhaba,

Bloğuma en son 6 ay 8 gün önce yazı yazmışım. En son 3 ay 20 gün önce taslağıma "bili" diye başlamak istediğim hikayemi bitirmemişim, bitirememişim...Acaba o tarihlerde aklımdan neler geçiyordu? Mutlu muydum? Yoksa mutsuz olduğum için gene bloğuma mı sığınıyordum? Ne yazmak istemiştim acaba...

Hayat ne kadar çabuk geçiyor, öyle değil mi?

Ayıp olmasın diye bunca süredir ne yaptın diye sorarsanız, pek bir şey söyleyemem. Sanki herşeyi dün anlatmış gibiyim. Üzerime bir fil oturmuş ve ben konuşmakta zorluk çekiyor gibiyim. Lakin bir yandan da anlatmak isteyip fikir danışmak istediğim çok konu varmış gibi...

İnstagramıma şöyle bir baktım da, görünüşe göre 2017'nin Mart ayında hiç birşey yapmamışım. Gerçi bu zaman içinde sosyal medyada da pek aktif değildim. Benden geçti bu işler biraz. İnsanların yalan dünyaları pek ilgimi çekmiyor. Ama bloğa girip içimi dökmek terapi gibi diyebilirim. Buralar nostalji kokuyor. 

Bu arada teyze oluyorum. Şu hikayede bahsettiğim gençler bir bebek bekliyor. Hayırlısı ile Nisan ayında doğacak. 

"Büşra teyze." Diye çağırılacak kadar oldum demek. Vay be!
Yak bir sigara. (Sigara kullanmıyorum) 

Onun dışında en yakın arkadaşım 2018 yılının temmuz ayında evlenecek inşallah. Bütün hayatı boyunca kendi ırkımdan bir insan ile evlenmeyeceğim dedi fakat çok büyük konuştu. Düğünü için Mısır'a gidiyoruz. Hazırlıklarımız büyük.

Sanırım bende biraz büyük konuştum. Bende hayatım boyunca Türk birisi olacak dedim ama şuan öyle değil. Merak etmeyin biz evlenmiyoruz. En azından ben evliliğe daha hazır değilim. Yaşım sadece 25. Gerçi şimdilik. Ocak ayına şurada ne kaldı ki? 
Herşeyin hayırlısı.

Ve bu yaz 3 hafta Türkiyedeydim. İstanbul, Arhavi, Sapanca ve tekrardan İstanbul derken zaman öyle bir akıp geçti ki...

Kış geliyor ve bende yavaş yavaş kürkçü dükkanıma geri dönüyorum. 

Sizin yaz tatiliniz ya da son 6 ayınız nasıl geçti? 
Sağlıkla Kalın.

Bu Kadar Kin Kime Yahu?




Bu aralar bloğa yeniden sardım. Çok özlemiş olmalıyım. İlk açtığım zamanlardaki heyecanım geri döndü diyebilirim.

Biraz değişmiş buraları. Bir iki takıldıktan sonra değişikliğe de alışırım. Orası sorun değil. Sorun olan, ben yokken belli bir kitleye ulaşmış insanların "deli dana" hastalığına yakalanıp, farklı düşünenlere dominant ve diktatör niteliğinde laf sokmaya çalışmaları. 

Kimden öğrendi(ler) diyeceğim de, siyasete girmek istemiyorum. 

"Noldu?" der dediğinizi duyar gibiyim. Pek birşey yok aslında. Kafamı karıştırıp uykumu kaçıracaklardan değil yani. Bugün Google+'da grupları gezerken gözüme çarpan bir yazı oldu. Vegan olmaktan, hayvanlara aslında tecavüz ettiğimizden, köyde yetişen hayvanları bile sömürdüğümüzden, vegan olmayanların "ağzını geğire geğire" içtiği sütten bahsediyordu. 

Benim kalemimden çıkan kibar versiyonuydu tabi...

Veganların azımı dillere destan, elbette. Her farklı insan gibi onlarda inandıklarının doğrultusunda dimdik yürüyor. Lakin bana göre işid'den farklı değiller. Reel hayatta tanıdığım ya da tanımadığım çoğu vegan, vegan olmayanlara karşı ateş püskürüyor. Bu kadar kin nereden geliyor diyerekten şaşırıyorum. Anlıyorum. Benim dediğim doğru, bana boyun eğeceksiniz diyorsun da, senin düşüncelerine biz saygı duyuyorsak, sende bizim düşüncelerimize saygı duymak zorundasın. Sizin yaptığınız bilinçlendirme çemberinden çıkıp, tam tersi olarak ilerliyor.

Birde, insan nereden geldiğini hiç bir zaman unutmamalı. "Ben daha önce bilmiyordum" demek en basit kaçış yollarından bir tanesi. Hangi taşın altında kaç yüzyıl yattın? Kurban bayramındaki kavurmalar nasıldı bu sene? Eminim tadı damağında kalmıştır. 

Yazdığı yazı bir kitap uzunluğunda olup, hepsini okumamama kızmış bir de küçük hanım. Oysaki benim yorumum "bilmediğim ve öğrenmek istiyorum" ile başlayıp onunkisi "Okuduklarını anlama yetisine sahipmişsin gibi gelmedi bana. O yüzden zahmet edip hiçbir şey yazma sana bundan fazla zaman ayıramayacağım" ile bitti. 

Sözlerim adam akıllı sizi karşısına çekip, ben bu nedenle vegan oldum, biz böyle düşünüyoruz, şöyle yapmanıza anlam veremiyoruz diyenlerden dışarı tabiki. 

Çok fazla uzatmayacağım. Demiştim ya, uykumu kaçıracak tarzdan değil. Yarın pazartesi, haftanın ilk iş günü. Öğlen yemeğinde yiyeceğim hamburgeri düşüneceğim daha. Vegan olmayanından. 

İstersen tahta yiyerek yaşa, senin kararındır derim ve susarım ben. Demokrası budur benim için. 

İşte böyle...Derin mevzular.
Aksiyon olunca heyecan da geri geliyor galiba.

"Haters make me famous." diyorum. 
Umarım evini kara fatmalar basar ve "hayvan sevgisinden" onları öldüremez diye de son noktayı koyuyorum.

Sağlıkla Kalın.

Ölümle Yüz Yüze

"Depresyonda neymiş? İnsan istese o duygudan çıkabilir. Hepimiz depresyondayız." derdim hep.

Dün işten 16:00 gibi çıktım ve ev yolunu tuttum. Evim iş yerinden araba ile 5-10 dk uzaklığında. Malum okul saatiydi ve ilk okul öğrencileri evlerine doğru gidiyordu. Sokağımın başına geldim ve sola dönüş yaparken karşıdan karşıya geçen küçük kızı görmedim....

Birden bire önüme çıktı ve ben görür görmez direksiyonu sola kırdım. Ama o küçük ve ince kıza çarpmaktan kurtulamadım....

İnsanın başından kaynar su dökülür derler ya, işte tam buydu. Gözlerim karardı resmen. Arabadan indim ve kıza uzandım. Kız ayağa kalkar kalkmaz ağlamaya başladı. Belli ki çok korkmuştu. İyi misin? Bir yerin acıyor mu? Lütfen ağlama beni de ağlatma dedim ve sarıldım.

Bileğim acıyor dedi. Gel bakalım yürüye biliyor musun dedim ve yürüyebildi. Bir "şükürler olsun" deyişim vardı ki..

Çoçukları karşıdan karşıya geçirmek için duran yaşlı amca pizzacıdan çıkıverdi. Noldu felan dedi. Bana polisi çağır, senin güvenliğin için iyi dedi. Kız bu arada annesini aradı tabi. 

Polis geldi ifademizi aldı. Kızın birşeyi olmadığını söyledi. Ama ambulansı çağırdı. Bu arada kızın annesi, babası, abisi ve ablası da oradaydı. 

Ben ne diyeceğimi bilemedim resmen. $250'lık cezamı ve ehliyetime yazılan 2 puanı aldım. Sadece etrafa ve olanlara bakıyordum. Ama kız olanı anlatırken benim gözümün içine bakarak "I was crossing the street. She didn't see me. She hit me on accident." dedi. 

Hayatımın ilk kazası insanların en korktuğu kaza oldu. 

Ambulans da çalışanlar kızın bir şeyi olmadığını söyledi ama annesi ben gene doktora bileğini baktırmak için götüreceğim dedi. Maalesef ki burası Amerika. Böyle durumlarda insanlar karşı tarafa dava açıp paraları cebe indirmek için bekliyor.

Her an donuma kadar herşeyimi alabilirler. Şuan depresyonda ola ola, o küçük kızın hayatını kararta bileceğimi düşüne düşüne bekliyorum.

Bizimkiler de çok üzüldü tabi ki. Babamı aradığımda "şimdi çok kötü oldum. Ben seni sonra arayacağım" dedi. Aramadı. Eve geldi. Geldiğinde 10 sene yaşlanmıştı...

Herşeyin hayırlısı. 
Dualarımızı eksik etmeyelim.

Sağlıkla Kalın. 

Beni Özleyin Anacım


Bugün uyanır uyanmaz yalnızlığımın farkına vardım. Yanımda benimle birlikte uyanan bir kişinin daha olmamasına isyan eder gibiydim. Aslında böyle durumları kafama çok takmam ama yalnızlığımı beynimde o kadar geriye atmış olmalıyım ki psikolojik yönden beni bulmakta çekinmiyor olmalı. Ya da dün izlediğim filmin acısı şimdi çıkıyor, bilemiyorum.

Küçükken "ben 24 yaşımda evlenicem, tam zamanı." derdim kendime kendime. 23. yaşımda hayatıma damga vuracak ayrılığın yaşanacağını bilmeden...

Bu tür şeyleri hep içine atan bir insan olmuşumdur. Bugün paylaşmak istememin derinliklerine girmek istemiyorum. Oysaki doğum günümde bugün değil. 25. yaşıma gireli 57 gün olmuş. Vay anam vay

Ben iyiyim. 
Umarım siz benden de iyisinizdir! İşimin yoğunluğu ve hayatın monotonluğu ile bir o yana bir bu yana savrulup, saçlarımı süpürge ediyorum. Hayatımın o döngüsündeyim şuan. İsyanım yok. Puzzle parçaları elbette zamanla yerlerini bulacaktır. 

Biletimi aldım bu arada. Haziran 16 ve Temmuz 10 tarihleri arasında Türkiye'de olacağım inşallah.

Herşeyin hayırlısı. 

"Beni özleyin anacım. Bye"
Sağlıkla Kalın. 

#1

Hiç bir zaman çok zeki bir insan olduğumu düşünmedim. Hayatta olduğu gibi okulda da aldığı not ile yetinen, içinde hırs duygusu bir gıdım bile olmayan ve rekabet için koşan bir insan olmadım. Olamadım. 

Altıncı sınıfta matematik öğretmeni olmak istemiştim. Hoşuma gidiyordu x işaretinin değerini bulmak. Ya da bulamadığımda "zaten biliyorum bu soruları çözmeyi" deyip başka soruya atlamak.

İngilizcem de orta okulda iyiydi. Amerikan alfabesini ritim halinde istemsiz sayabiliyordum. Beşiktaş'taki evimizin önündeki demire asılıp "Mom! Money!" diyerek anneme bağırmak da Türkçe söylemeye utandığım içindi aslında.

Her yazımda olduğu gibi bu yazımda da atalarımızdan bahsedeceğim tabiki! Ağaç yaş iken eğilirmiş dostlar.

Amerika'ya tekrardan taşınmamız ve benim liseye burada başlamam ile hayallerim suya düştü diyebilirim. Herkesin hesap makinesi kullandığı matematik dersi ilk zamanlar bana çok komik geliyordu. Hala gönlümde öğretmen olmak vardı. Belki İngilizce olur diye düşünürdüm. Ama sadece düşünmekle kaldım. 

Çoğu Türk ailesinde bulunan dominant anne ile öğretmenlik hayalleri lisenin son zamanlarında son buldu. Endüstri mühendisliğine itilen üniversite öğrencisi oluverdim bir anda. Ah şu yufka yüreğim! Hep başkaları incilmesin...

Üniversite de pek ders çalıştığımı hatırlamıyorum. "Common sense" diyorlar ya, endüstri mühendisliği öyle birşey benim için. Fizik dersini iki kez aldığımı söylemeliyim ama. Doğruya doğru şimdi.

Üniversite bitti ve şuan iş hayatına atıldım. İşimi gerçekten seviyorum. Ama bazen binbir çeşit insanlarla muhattap olmak çok zor oluyor. Birde devlete çalıştığım için kimseyi işten kovamamamız, ya da "makineyi şu şekilde kullan bey amca" derken binbir takla atmamız bazen sinir bozucu olabiliyor.

Özel şirketler nasıl bilmiyorum ama sanırım ben "yeaaaa bugün çok uykum var. Okula gitmeyeceğim." demeyi özledim. İş hayatına alışmaya çalışıyorum işte. Günlerim sözde yoğun aslında yatağın içinde film izlemek ile geçiyor. Bloğa yazacak yazı çıktı işte. Film önerisi nasıl bir fikir? Çok orjinalim değil mi?

Blog konusuna da gelmişken, biliyorum uzak kaldım. Ama anlattığım gibi gelecek hakkında ne yapmam gerektiğine karar veriyorum şu sıralar.  Para biriktir biriktir nereye kadar? Bir daha bu yaşımda olmayacağım. Ama elimde sorumluluklarımda var. Öyle hissediyorum. Oğlak burcu olmak zor iş, arkadaş...

Sağlıkla Kalın.